All the artworks used on this blog including the header are produced by Demon Mathiel.
Başlık dahil olmak üzere bu blogda kullanılan tüm görseller
Demon Mathiel'e aittir.

28 Mart 2010 Pazar

biraz konuşsak sonra bap bap şibap bap

kadını cinsel obje olarak tanımlayan söylemlerden tiksiniyorum. ayan beyan tiksiniyorum, öyle ki biri bana "ne kadar seksisin" dese allah yarattı demem ağzını burnunu dağıtırım herhalde. çünkü bana bunu diyen adam beni kafasında sadece seksi bir varlık olarak görmüyor. önce soyuyor beni, sonra yanına yatırıyor, sonra üstüne oturtup zevk çığlıkları attırıyor, ardından üzerime boşalıyor hayalinde. sonra bu kurgunun üzerinden geçiyor, her detayını her türlü mimiğimi inceliyor ve ondan sonra beni seksi olarak nitelendiriyor. o cümleden adamın kafasının içini görebiliyorum ben, gizli kamerayla sevişme görüntülerim çekilmiş de porno film niyetine izleniyor gibi hissediyorum kendimi. ve bu fantazyada benim bir suçum/bir iznim olmadığını bilmek de beni direk sözün sahibinden tiksindiriyor. konu ben olmasam, başka bir hatun, hatta ünlülerden biri olsa da tepkim değişmiyor, gene tiksiniyorum, gene tiksiniyorum.
ben kadının yanlızca g.tü başı yerinde hafif oynak bir varlık olarak görülmesinden tiksiniyorum. buna cehalet diyemezsin çünkü okumuş kültürlü entel adam da bunu yapıyor, abazalık diyemezsin çünkü haftanın 5 günü kız kaldıranı da bunu yapıyor, erkeklik içgüdüsü desen en fenası - hastalık mı lan erkeklik ? erkek olmak insanı insanlığından mı çıkarıyor yani ?



birini görür beğenirsin, hadi tamam. çok hoşlanırsın, senin olsun falan istersin, kabul. temel içgüdülerini alevlendirir, eyvallah. koynuna alasın gelir, hakikaten istersin onu - sadece o olduğu için istersin, bunu da anlarım. ama karşındakini bir delik iki tepeden ibaret görüp de türlü çeşit fantaziye malzeme etmenin içgüdüsel bir yanını göremiyorum ben. eğer bunu yapıyorsan acınacak haldesin valla, senin ne bir seçimin kalmış ne de öznelliğin. yani her kıvrımlı varlığa uçkur çözebilecek durumdaysan damızlık boğadan farkın yok efendi. yazık ki ne yazık.

çok beğendiğim bir söz vardır, insanlar seçimleriyle kişiliklerini ortaya koyarlar diye. sadece düzenli bir cinsel hayat için normalde dönüp bakmayacağı kızlarla uzun ilişkiler yaşayan erkekler tanıyorum. bu onların seçimleri, bu onların kişiliğini yansıtan şeylerden biri. bu onların kendilerine ve bedenlerine bu kadar az değer verdiklerini gösterir bence. evet biliyorum, fiziksel yapı itibariyle her erkeğin düzenli bir cinsel hayata ihtiyacı var - sadece erkeklerin değil ama o da başka bir yazı konusu. ama insan, benim bildiğim, kendine ters düşen bir şeyi yapmamak için uğraşır. e yapıyorsa o zaman kişiliğine ters düşmüyordur. or.spu olarak adlandırdığı karıyla düzenli cinsel hayat kurmak için ilişki yaşamak da kişiliğine ters düşmüyorsa, ben o adamdan tiksinirim kardeşim. hani bırak sadece bedensel ihtiyaçlarına ket vurup nefsini kontrol etmeyi, herif aşağı gördüğü birini (hani or.spu aşağılık belirtecidir ya erkekcede) koluna takıp yanında gezdiriyor, sevişmek gibi son derece özel ve değerli bir eylemi onunla yapıyor. sorarlar adama "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu ?" diye. valla sorarlar.

dedi Luna beybi, sonra arkasını dönüp gitti. oww kool bish !

27 Mart 2010 Cumartesi

uzun bir uyku bu, içinde her şey var

ilk buluşmamızda defalarca seviştik, ikinci buluşmamızda da. üçüncü, dördüncü ve diğer tüm buluşmalarımızda da. sonra farkettim ki sevişmekten başka bir şey yapmıyorduk buluştuğumuzda. buna aşk mı demeliyim ? saçmalıktan daha fazlası bence.
bundan üç yıl kadar önce tanıştım onunla - nestle olarak adlandıralım. onunla tanıştığımda liseyi yeni bitirmiş, öss yerleştirme sonuçlarını bekleyen ve fransız filmlerine hasta olan bir salaktım. evet salaktım çünkü azıcık aklım olsa arkama bakmadan kaçardım. azıcık öngörüm olsa onun bende nasıl bir saplantıya dönüşebileceğini tahmin ederdim mesela, veya allem edip kallem edip beni kendimden nasıl tiksindirebileceğini. salaktım ama, hala da salağım galiba.
ilk birlikte olduğum kişi değildi, keşke öyle olsaymış. daha doğrusu keşke onunla tanıştığımda bakire olsaymışım. belki o zaman daha dikkatli olurdum, daha fazla umursardım yaptıklarımı. umursamadım.
tanıştık, hayran kaldım. onun kadar kültürlü, onun kadar rahat, onun gibi özgür kimseyle karşılaşmamıştım daha önce. o çok farklıydı, kendine özgüydü ve diğerlerinin kafaya taktığı hiçbir şeyi önemsemiyordu. ben bunlardan çok etkilendim ve şimdi bunun için kendimi öldürebilirim.
beni evine davet etti, ben de bu mükemmel(!) insanı habitatında incelemek için gittim. nasıl oldu, kimin fikriydi bilmiyorum ama seviştik ve benimle birlikte olmak istediğini söyledi. lotoyu tutturmuş gibi salakça sevindim ve milli sazanımız olarak atladım bu teklife. ben gerizekalıyım.
dört buçuk ay çıktık, haftanın dört beş günü buluşup o süreleri yatakta geçirerek. nasıl bir libidosu varsa benimleyken başka karılarla da yattığını öğrendim, delirdim, o da beni aşırı kıskanç ve obsesif olmakla suçladı. ilişkimiz bitti.
ayrıldıktan bir süre sonra aradı, gittim, seviştik. ben abuk subuk umutlarla hala birlikte olmayı düşlerken o bir kız arkadaşı olduğunu söyledi. ağzımı burnumu dağıtsa daha iyiydi valla.
bir süre sonra ben aradım onu, çok bunaldığım bir dönemdi ama kendimle ne derdim vardı bilmem. buluştuk, onun evine gittik, seviştik, sonra ben evime döndüm. daha da bunalmış halde.

bu ve buna benzer şekillerde iki yıl. ya da daha fazlası. her defasında daha çok yıkıldım, kendimden nefret ettim ona karşı koyamadığım için. kimi zaman kendime çok güvendim, güvenimi test etmek için gittim ona, parçalanıp geri döndüm. kimi zaman onu ve onunla yaptığım hiçbir şeyi umursamadığımı idda ederek gittim, yeniden mahvolup geri geldim. başkalarıyla ilişkilerim oldu, ilişkim varken asla görmedim onu, ondan kaçabilecek gücü buluyordum hayatımda başka biri varken. o ilişki biter bitmez onun evinde alıyordum soluğu. bu sırada onun ilişkileri oluyordu ya da olmuyordu, benim gibi kaç hatun vardı elinde ya da yoktu, önemli değildi onun için. hep orda, hep yatağında beni becermeye hazır bir biçimdeydi nestle.
bazen en yakın arkadaşım gibi gördüm onu, bazen tek düşmanım. bazen hayatımı mahvettiğini düşündüm, bazen sahip olamadığım abim oldu kafamda. bu senaryoların hepsi onun yatağında bitti ama.
çoğu zaman içimden, arada bir dışımdan sövdüm ona. pezevenk dedim, s.ktir git hayatımdan dedim, beni ararsan en adi or.spu çocuğusun dedim, daha neler dedim. ben çekip gidince gülüyordur bunlara arkamdan. nasıl olsa aradığında gideceğim ya, bunu bilerek zevke geliyordur pislik.
son bir yılda iki veya üç defa aradı sağolsun, son birkaç ayda hiç aramamıştı ve ben yeniden çarpık olmayan bir yaşam hayalleri kurmaya başlamıştım. nestle'siz bir hayat.

ama şimdi tekrar arıyor. sabah kalktığımda 5 cevapsız arama vardı telefonumda, gün içinde kapattım telefonumu ulaşamasın diye, açtığımda şu aptal kim aramış servisi 6 7 defa daha arandığımı bildirdi, bok varmış gibi. tek şansım aradığı sırada görmemem, gerçi telefona bakmaya korkarak nasıl yaşanır bilmiyorum. ama ondan kurtulabilmek için tek şansım bu, zira kendimle savaşmaktan bıktım artık.

26 Mart 2010 Cuma

maskeli balo ve onun sahte yüzleri

ben hiçbir zaman defterimin kenarlarına kelebekler, çiçekler, kalpler çizen bir kız olmadım. böyle her bir şeyim cicili bicili olsun, her türlü eşyam "bu bir kıza aittir" diye bas bas bağırsın falan istemedim. beyaz atlı prensin son model atıyla geldiği ve benim onu pembe panjurlu evin mis kokulu bahçesinde karşıladığım hayallerim olmadı mesela. ama karşıma çıkan her erkek bu kafada oldu niyeyse. gelen geçen gül bahçesi vaadetti, önüme gelen diz çöküp serenat yapmaya kalktı, ipini koparan mutluluğun tablosunu yapabileceğini idda etti. yahu ben böyle bir şey istemedim ki, benim böyle bir beklentim yok ki sizden. adam olun, mantıklı olun, insan olun istedim ben. sonuçta karşınızda saçları on metre, cadının verdiği elmayı yutup yüz senedir uyuyan kül kedisi yok ki. normal bir insanım, normal beklentilerim var. ha beklentilerimi yükseltmeye niyetiniz varsa, içini de doldurun hocam.
diyemedim hiç. mecbur masalları dinleyip sıkıldım. çok sıkıldım hem de.

bir ilişkiye başlarken neden yapamayacağımız şeyleri yapabilecek gibi davranırız ? neden pervasızca sözler verip utanmazca kandırırız karşımızdakini ? hayır, bu yolla sadece karşımızdakinin beklentilerini yükseltiyoruz, başka bir halta yaradığı yok. üstelik beklentiler ne kadar artarsa sonundaki hayal kırıklığı da o kadar artıyor. ve evet, maalesef sonunda bir hayal kırıklığı oluyor, olmak zorunda. boş vaatlerle kendini olmadığın biri gibi gösterip tutamayacağın sözler verirsen sonunda darbe olmaz ya, nur topu gibi hayal kırıklığı olur. sonra vay efendim terketti, vay efendim her şey çok da mükemmelken gitti, yok efendim g.t gibi ortada bıraktı beni. bırakır tabi, o seni sevmedi ki, senin olduğunu idda ettiğin kişiyi sevdi be manyak.
belki kendini olduğun gibi anlatsan, gül bahçeleri vaad etmeyi bırakıp ufak apartman katından bahsetsen kabul edecek seni. belki onun istediği de bu, belki aradığı bu. ki öyle olmasa bile en azından hayal kırıklığı yaşamayacak, bu da senin hanende bir artı olacak. ama yok, nasıl bir ego varsa biz ademoğullarında, kendimizi olduğumuzdan beş beden büyük göstermezsek eksik hissederiz. saçmalık.




belki abarttığımı düşünüyorsunuz, belki durumu hakikaten çok abarttım. ama durum bu aslında, hepimiz yaşıyoruz bunu. her biten ilişkinin içinde bir hayal kırıklığı gizli, her devam eden ilişki bunun tonlarcasını barındırıyor. ben artık hayal kırıklığı yaşamak istemiyorum. karşıma çıkacak kimsenin mükemmeli oynamasına gerek yok, insanların mükemmel olamayacağını çoktan kabullendim ben - 15 yaşımda falan. mükemmeli oynayanlar sadece sıkıyorlar artık beni, gereksiz kandırmacalarla geçen zaman kayıpları hepsi.

bide : baharın gelmesine yakın bir ilişki bitirme furyası aldı başını gidiyor. herkes sevgilisinden ayrılıp bana dert yanıyor niyeyse, bende gelip buraya patladım sonunda. yeter kardeşim, neyseniz o olun, başkası gibi davranmayın, sonra aman ilişkim bitti, sevgilim terketti, ay ayrılıcam valla diye gelip kafamı becermeyin. yeter be.

23 Mart 2010 Salı

yani rüzgar her şeyi alıp götürmeyecek mi ?

okuldaki en yakın arkadaşlarımdan biri -rinch diyelim kendisine- birkaç ay önce kız arkadaşından ayrıldı, beklendiği üzere bunalımda. sabah akşam kız kesiyoruz kendisine, tuhaf bir hobi haline geldi bu bizde. hava mis gibi, okul harika, izmir desen cennet, biz dersi asıp çimlerde kız kesiyoruz. o da yetmiyor, imza atmak için sınıfa giriyoruz, koridorda kız kesiyoruz. imza atarken sınıfta kız kesiyoruz. çıkıp bölümün kafesine oturuyoruz, gene kız kesiyoruz. yetmiyor, rinch bilgisayarını açıyor facebook'tan kız kesiyoruz. hadi rinch kesiyor, kendisi erkek ve bunalımda. ben hangi akla hizmet kesiyorum belli değil.
dün okulda günlük kız kesme kotamı doldurup rinch'ten ayrıldım, otobüse atlayıp eve yollandım. otobüste bir kız, düpedüz kesiyor beni. bende son birkaç haftamı kız keserek geçirmişim ya, kesmenin kesilmenin nasıl olduğunu biliyorum. yine de emin olamadım, bir daha baktım, kız beni hakikaten kesiyor. sonra bir ara başını çevirdi, bende kızı incelemeye aldım.
saçları platine yakın, boya olduğu belli ama kendisi de açık renkli zaten. yani çok koyu bir saç rengi yok galiba. gözleri masmavi, ağzı burnu çok düzgün. koyu tonlarda bir tişört, bir dar kot, bir çift converse giymiş, bir de hırkası var elinde - benden farklı değil yani. çantasında ve hırkasının üzerinde bilimum yerlerde şu moda rozetlerden var. az biraz makyaj yapmış, tipik bir üniversiteli. bir de müzik dinlemiyordu otobüste - takdir ettim.



ben kızı sapık gibi incelerken kız bir an başını çevirdi bana baktı. hani göz göze gelmek olayını yaşadım birincil elden. ama aman tanrım o ne bakıştı! şehir gerilimine tutuldum sanki bir an, kız beni adeta çarptı. korktum kendimden, deli gibi korktum, hemen başımı çevirdim, bir daha da inene kadar bakamadım kıza.
başımı çevirmemle bitmedi gerçi. kızla olan göz temasımız falan kesildi ama bu defa ben kendimi göz hapsine aldım. neydi o çarpılma, neydi o his, neyin nesiydi bu duygusal karışıklık ? korktum resmen ya kendimden. karşımdaki erkek olsa etkilenmiş olurdum, tanışmak falan istedim, bir yol düşünürdüm. ama bu kız, benim cinsimden ya. yolda dönüp bakmayacağım, baksam da "ne giymiş, nerden almış, güzelmiş, anam tipe bak" deyip geçeceğim, beş dakika sonra hatırlamayacağım biri bu. bir kız ya, etkilenebileceğim, hoşlanabileceğim, tanışmak için k.çımı yırtabileceğim, türlü çeşit triplerle oynayıp sıkılabileceğim biri değil bu. bende elektriklenme yaratacak, ter bastıracak biri değil bu.
tekrar tekrar düşündüm o anı. çok yoğundu çünkü, beni böylesine altıma s.çtırtacak kadar yoğundu. ve tuhaftı işin açıkçası. benden kaynaklı değil gibiydi, sanki kızın bakışları cidden somutlaşmış da bana çarpmış gibiydi. yani resmen kendi hislerini -ki bu bile kafamı karıştırır- bana da hissettirmiş gibiydi bir anlığına. türlü çeşit saçma düşünceyle boğuşurken azıcık kafayı yesem kızın empat olduğunu düşünebilirdim.



kaderin işvesi cilvesi bu. aylardır uyduruk ilişkiler yaşıyorum, hiçbiri beni ne ruhsal ne bedensel anlamda tatmin etmedi. hiçbirine çarpılmadım, hiç kimseye çarpılmadım aylardır. kimse kafama bu kadar takılmadı, ödüm patlıyor kızı bir daha göreceğim diye. hep o rinch'in b.k yemesi. haftalardır röntgenci gibi milletin karısını kızını kesiyoruz, belliydi başıma böyle bir şeyin geleceği. tabi kozmik güçler olayı yine g.tlerinden anladılar, rinch yerine bana hatun yolladılar.
kızı bir daha göreceğim diye aklım çıkıyor, bu gün allem ettim kallem ettim okula bir arkadaşın arabasıyla gittim. eve de geç bir saatte döndüm, belki kız her gün o saatte otobüse biniyordur, karşılaşmayalım. bu korkuyla yarın bir gün taksiyle okula gitmeye kalkacağım, ondan korkuyorum.
korkum kızdan yana değil zaten, kızın bana hissettirdiklerinden korkuyorum. bir daha karşılaşır da yine böyle garip şeyler hissedersem diye korkuyorum. ne yapacağımı düşünemiyorum bile, zaten yeterince kafam karışık, bir de cinsel tercihimi sorgulamak istemiyorum.

21 Mart 2010 Pazar

beyaz camda görüntüler - hepsi o kadar dürüst ki

dün gece yurt dışından bir arkadaşımla konuşurken konu kadınların orgazm taklidi yapmasına geldi. bana kadınların %80inin hayatında en az bir defa orgazm taklidi yaptığını söyledi. bunu çok saçma, hatta adice buluyormuş kendisi. ben de bunun partnere göre değiştiğini, bencil heriflerin bunu hakettiklerini söyledim. çok şaşırdı bu yorumuma, böyle bir şey olmadığını falan söylememi bekliyormuş. güldüm haline.

ben kendim yapmadım böyle bir şeyi, henüz. yapmaya da niyetim yok, neden kandırayım ki adamı ? hoşuma giderse eyvallah, gitmezse kapı o tarafta. kimseyle birlikte olmaya, hele hele bir de zevk alıyormuş gibi davranmaya mecbur değilim hiç. kimileri "aman kendini kötü hissetmesin, aman onu istemediğimi düşünmesin" diye bu taklitleri mantıklı bulabilir uygulayabilirler. düpedüz saçmalık bence. beceremiyorsa beceremediğini bilsin kardeşim, adam kendi s.kinin derdine düşüp beni unutuyorsa madalya mı takayım yani ? azıcık adam olsun da altındakinin şişme bebek olmadığını bilsin. kendini kötü hissetmesin diye yalancı çığlıklar atayım da kendini kral mı sansın ? üstelik yarın bir gün biri çıkıp "sen de bir halt beceremiyorsun yatakta, iyi yemlemişler seni" derse ben mi yalancı çıkayım herifin yüksek egosu yüzünden ?

erkek milletine de yazık, bunu kafada kura kura psikoz haline getirmişler, azıcık zevk alsan adamlar bunun fake olduğunu düşünmeye başlıyorlar artık. paranoya olmuş. suç hatun milletinde ama, adamın erkeklik egosu ezilmesin diye ruh hastası yaratmışız haberimiz yok. gerçi ruh hastası olmak yerine azıcık çabalasalar daha makbule geçer ama, yapacak bir şey yok.

biraz fazla dolmuşum galiba bu konuda, patladım sonunda. elimden gelen bir şey değil, nerde fake varsa, nerde bir şeyler yalan dolan hikayeyse adrenalinim artıyor. gerek yok bunlara ya, hakkaten yok. bu incelikli-yalancıklı işlerin hiç alemi yok. nasıl hissediyorsanız onu yansıtın, ne düşünüyorsanız onu söyleyin, kimsenin verdiği tepki önemli değil. bundan dolayı dönüp k.çlarını gideceklerse yapılacak tek şey o k.ça bir tekme atmak. buzsan sadece buz ol, kimse için sıvılaşmanın alemi yok.

amma çok yok yok diye zırvaladı Luna beybi. o yeah !

19 Mart 2010 Cuma

her masal masalımsı bir ütopyadır

herkesin deliler gibi sokak sokak aradığı bir şey var - mükemmel ilişki. aslında herkesi bunun bir ütopya olduğunun bilincinde bence, yine de bir umut arıyorlar işte gariplerim. bu mükemmel ilişki tanımı herkese göre biraz farklılık gösterse de temelde beklentiler aynı, bense hiçbir ilişkide bunların karşılıklı olarak karşılanabildiğini görmedim.
düşünün ki biri var, eli yüzü düzgün, sizle de ilgileniyor. sizde de az çok kıpırtılar var bu şahsa karşı, ama kimdir nedir ne ister ne bekler bilemiyorsunuz. bir şeylere başlamadan önce bunları konuşmak ne güzel oldurdu değil mi ? böyle oturup birlikte önce ilişkinin taslağını çizseniz, siz ne istersiniz, o ne verebilir, o ne düşünür, siz ne yaparsınız konuşsanız falan ne ballı olurdu ha ? karşınızdakini bilerek hareket ederdiniz değil mi ? her şey "mükemmel" olabilirdi belki o zaman ?
ben söyleyeyim, bok gibi olurdu. hatta bir boka da benzemezdi, tecrübe konuşuyor.

birkaç yıl önce bir çocukla tanıştım. ortak bir arkadaşımızın doğun günüydü doğru hatırlıyorsam, çocuk benim az buçuk tanıdığım haddinden fazla salak ve takıntılı bir kızla çıkıyordu. çocuğa acıdığımı hatırlıyorum o güne dair - zira çocuk fazla iyi niyetli görünüyordu, kızın çocuğu iyi cins köpek yerine kullandığını düşünmüştüm. ama sadece bu kadar, o dönemde son derece müthiş erkek arkadaşım ve onun büyük patlama yapacağını idda ettiği piyasa usulü rock grubunun yarattığı debdebeye çok kaptırmıştım kendimi, başka kimseyi görmüyordu gözüm.
bundan birkaç ay sonra alsancak'ta karşılaştık. onun ilişkisi yeni bitmişti, toparlanma dönemindeydi galiba. bana gönderdiği gayet bariz sinyalleri algılamam rağmen aldırmadım, zira bu defa da bir bok olamayacak erkek arkadaşım ve onun haddinden fazla dandik rock grubuyla olan ilişiğimi kesme derdindeydim. ayak üstü sohbet ettik ve yollarımıza gittik.
beş altı ay kadar sonra yeniden gördüm onu. bu görüşümde manyağın teki olan eski erkek arkadaşım ve hararetli ayrılığımız -bunun yanı sıra o dangalak herifin bir boka yaramaz rock grubunun hayali ihtişamından uzak kalmanın verdiği ızdırap- üzerimden buldozer gibi geçmişti, yıkıntı haldeydim, gözlerim etrafta insan arıyordu. ben gidip konuştum onunla, etrafındaki arkadaşlarına beni tanıştırdıktan sonra -ki sadece adımı biliyordu- numaramı aldı ve beni ertesi gün arayacağını söyledi. dediğini de yaptı, kordon'da bir cafede oturduk, 6 - 7 saat falan. hiç aralıksız konuştuk bu sürede. benim konuşmaya ihtiyacım vardı zaten, karşımdakinin kim olduğunu umursamadan -ki umursayacak halde değildim- aklımda ne varsa anlattım, rüzgar ne tarafa eserse o yöne gittim açıkçası. o da nazlanmadan takip etti beni, çenelerimiz ağrıyarak çıktık o cafeden.



ertesi gün ben aradım, bu defa yürüyüş yaptık sahil boyunca, yine konuşarak. yine umursamıyordum karşımdakinin kim olduğunu, ama bu defa onun anlattıkları da ilginç gelmeye başlamıştı. bu şekilde bir haftaya yakın her gün buluşup saatlerce konuştuk işsiz güçsüz gibi. konu genel anlamda ilişkilerdi, ben biten ilişkimi o takıntılı eski kız arkadaşını anlattı. fikirlerimiz uyuşuyordu, ikimiz de sahiplenme denilen olgunun ilişkilere en büyük yıkımı getirdiğinde hemfikirdik. zaten çoğu konu da da hemfikirdik. kafamızda oluşturduklarımız aynıydı bu konularda, ben de yavaş yavaş karşımdakini görmeye başladım. beklenen oldu, bu uzuuun konuşma terapileri sonunda biz -yaygın deyimle- çıkmaya başladık.
ilk başlarda her şey güzeldi, konuşurken birlikte çıkardığımız mükemmel ilişki(!) profiline aykırı davrandığımızda birbirimizi uyarmaya başlamamız dışında. sonra bu uyarıları sallamamaya başladık, gerçekten işler sıkıcılaşmaya başlamıştı çünkü. sürekli iki kişinin (biri kendiniz biri sevgiliniz) gözetimi altında ne kadar doğal davranabilirsiniz ki ? bir süre sonunda sallamamak normal bence. kulağa müthiş gelen "karşındakini bilerek hareket etmek" olayı sıkıcılaştırıyor çünkü, bir tanıma bir çözme devresi kalmıyor ortada, bana göre işin eğlencesi olan kısım bozulmuş oluyor. daha da fenası insan bir olaya vereceği tepkiden çekinmemeye başlıyor "nasıl olsa beni biliyor" diye. saçmalık.
neyse, zaman içinde benim o sahiplenmekten ve sahiplenilmekten nefret eden terapist kılıklı sevgilim tuhaflaşmaya başladı. örneğin, çıkmadan önce "eski sevgiliyle görüşme" olayına gayet sıcak bakan adam, önce huzursuzlandı. sonra trip atmaya başladı. sonra laf çarpıtmaya çevirdi triplerini, en sonunda biz manyak gibi kavga etmeye başladık. hani görüşmek dediğim de yolda karşılaşıp selam vermek, hal hatır sormak, ne olabilir ki bundan ? benzer durumlar bende de görülmeye başlandı bu sürede tabii ki. ilk başlarda yanımdan milim ayrılmayan adam sonraları benim dışımda herkesle takılmaya bayılır oldu - ben de bunu kafaya takar oldum haliyle. her görüştüğümüzde başının etini yer oldum bu konudan dolayı, "sen herife bir güzel dakika geçirtmezsen adam da gelmez yanına tabii" diyorum şimdi düşününce. komik.
gün be gün arttı bu kavgalar, dozu şaştı iyice. öyle bir noktaya geldik ki en sonunda, o oluşturduğumuz "mükemmel ilişki" profili sadece birbirimizin canını yakmak için kullanılır oldu, kavga malzemesine dönüştü.
sonuç mu ? ayrıldık tabii ki. birbirimizin canına okuyarak hem de.



şimdi düşünüyorum da, mükemmel ilişki diye bir şey yok hocam. hala içinizde bunu arayanlar varsa ben söyleyeyim yok öyle bir şey - olmayacak da. iki taraf da buna inansa da, bunun için çabalasa da hiçbir ilişki kalıba sığmıyor, bir yerlerden taşıyor işte. o yüzden esnek tutmak lazım bu işi. hem kendini hem karşındakini rahat bırakmak lazım, fazla düşünmemek lazım. sen neyin doğu olduğuna inanırsan kozmik güçler onu yalanlayacak bir şey çıkarıyor karşına, bu yüzden kafada pembe panjurlu ev tablosu çizmemek lazım. onu tabloya bakıp bakıp ağlayacağına yanındakiyle temiz temiz mutlu olmak lazım. esnek olmak lazım. mükemmel ilişki diye bir saçmalık gerçekten varsa eğer, buna ancak bu yolla ulaşılır derim ben.

belki böyle planlı programlı başlamasaydık yürürdü diyorum bazen, aklıma geldikçe. sonra da s.ktiret diyorum, olacak olsa her koşulda olurdu zaten.

17 Mart 2010 Çarşamba

geçecek hepsi, kafana takma

hiçbir zaman kendimi bir sürtük olarak tanımlamadım. yalan söylemenin anlamı yok aslında, bir dönem tanımladım, ama geçti gitti - ki şimdi bunun hatalı bir tanımlama olduğunu düşünüyorum, o ayrı. ama hiçbir zaman cinselliği bir tabu olarak da görmedim. o hep vardı, yemek içmek gibi, hayatın içinde bir öge - içinde yer alması gereken. evet hep beraber dürüst olalım, ya cinsellik diye bir şey var. olmak zorunda. biz ki iki ayakları üzerinde durabilen -bir de düşünebilen- hayvanlarız, soyumuzu devam ettirebilmek için üremek zorundayız. doğal bir dürtü bu, engelleyemezsin ki. ne kadar çabalasan da, arzularına gem vursan da, nefsini terbiye etsen de, türlü çeşit takla atsan da bunu en-gel-le-ye-mez-sin. zaten engellemeye çalışsan da aklında evlilik kurumu vardır bir şekilde, bunun için beklersin. yani kaçışı yoktur bu işin, bir yerinden bulaşacaksındır buna - ölmez de sağ kalırsan.



peki nedir o zaman bu reddetme/görmezden gelme/gelmeyeni damgalama olayı ? bilemiyorum. saçmalığın daniskası bence. sen ki doğal güdün yemek yemeği engelleyemiyorsun, sen ki s.çmadan bir gün geçirirsen vücudunun tüm dengesi bozuluyor, hangi akıl hangi zihniyetle bu doğal güdünün önüne set çekersin ? hadi sen çekmeye kalktın, niyetin de ciddi, hangi mantık hangi insanlıkla bunu yapmayana tü kaka dersin ? sen açlık grevindesin diye milllet de ölüm orucuna mı yatsın ?
elbette yatmasın. evet önüne gelenle arkasında dikilenle yatmasın, ama ölüm orucuna da yatmasın. ortalık malı olmasın kimse, kendi bedenini kullandırtmasın - cinsiyet ayırt etmiyorum bu konuda da. hatırladığında acı çekeceği, beyninin kemirildiğini hissedeceği şeyler yaşamasın, hele hatırlamayacağı şeyleri hiç yaşamasın. ama cinselliği öcü olarak da görmesin, tabulaştırıp gelecekteki kocasına evlendikten sonra işkence çektirmesin. yapana sövüp yapmayana alkış tutmasın, yapanla yapmayanla işi olmasın yahu. zaten kimi ne ilgilendirir diğerinin genital bölgesi ?
korkmayın abi doğanızdan, içgüdü bu.

korkmayıp da ne yapın ? yani o kadarını da ben bilemem. aklınız var fikriniz var, düşünüp kendi kararınızı siz verin. isterseniz evlenene kadar bekleyin, isterseniz buna değeceğini düşündüğünüz kişi/kişilerle yaşayın bunu, isterseniz kimseyle yaşamayın, doğru insanı bekleyin - nasıl gelirse gelsin. tek gecelik ilişkiler nacizane fikirlerime terstir, yapmam, ama yapana karışmam, kendi hayatıdır, muhtemelen boşluktadır, muhtemelen o zaten hali hazırda pişmandır/boktan durumdadır. tavsiye etmem. yatak matak ne olursa olsun, değer vermediğin biriyle ne paylaşabilirsin ki zaten ? paylaşsan ne paylaşmasan ne ?

neyse, herkesin düşüncesi kendine tabii, ben kimim benim ne haddime burda yargılamak ? ama demek istediğim şey, doğal bu. bu hisler doğal, bu arzular doğal, bunu konuşmak, paylaşmak, yaşamak doğamızda var. kaldı ki gerçekten saf duygularla yapılan hiçbir şey kötü olamaz, olmamalı.
kötü olan cinsellik değil. onu kötü yapan insanlar. ortalıkta böyle çeşit çeşit sapık olmasa, millet kendi zevkinin derdine düşmüş olmasa cinsellik neden kötü olsun ki ? ondan neden korkulsun ki ?

16 Mart 2010 Salı

kimlikler lütfen !

21 yaşında bir insanın cinsel kimliğinin oturmuş olması gerektiğini düşünüyor olsam da, istisnalar beni rahatsız etmez. sonuçta her türlü kimliğimiz daha önceden gördüklerimiz/yaşadıklarımızla oluşmuyor mu ? insan hiç bilmediği bir bilgiyi nasıl beyninde bulamazsa, daha önce karşılaşmadığı bir durumlan ilgili bir fikri de olmamalı bence. yani bu gün hepimiz "ben sadece erkeklerden hoşlanıyorum/benim tercihim hatunlar oolum" diyoruz ama kaçımız bundan bu kadar emin ? ortalıkta "benim tercihim kızlardır aga, delikanlı adamı öbür türlüsü bozar." diye zırvalayan kaç herif gidip de bir erkeğin koynuna girdi ? hayır girdiyse adam olsun desin ki "denedim olmadı aq". yok girmediyse, ne biliyorsun kardeşim sadece hatun kısmından hoşlandığını ? belki hoşlanacaksın, hayatında tatmadığın zevki tadacaksın, bir daha gözün karı kız görmeyecek belki. yani bir cinsten hoşlanmak sadece görüp de içinin gitmesi değil ki, denemeden nasıl bilebilirsin ?

bence bilemezsin. daha önce kola içmemiş adam bu kadar gaz yaparken neden manyaklar gibi kola tükettiğimizi anlayamaz. tadını bilmez, asidini anlamaz, yakıcılığının nasıl zevk verdiğini tahmin edemez. anlatsan da anlamaz. önce o kolayı içecek bir defa ki, iyi midir kötü müdür asit neymiş gaz nasılmış anlayacak. içmeden bilemez, ne yorumda bulunsa boş, saçma.
sende her şeyi denemeden bilemezsin işte. sende ne desen boş, saçma.
bende ne desem boş, saçma.
denemeden bilemezsin.

çok merak ediyorum kaç kişi çıkıp da "ben denedim, olmadı, ben hakkaten heteroymuşum" diyebilecek kadar cesur ? yok abi öyle biri, olamaz da. hem olmasın daha iyi, elalem ne der sonra lan ? ay birinin kulağına giderse evlenemem valla ?
çok doğru yoldasınız valla, tam gaz devam yavrularım. ha unutmadan, çıkıp da dediğim gibi bağıran olursa ayıplayın onu, kınayın, sövün ona, yetmedi mi linç edin, gebertin .rospu çocuğunu.
sonra da eve gidin bir düşünün bakalım "acaba ben... ?" diye.

"lan bu karı manyak mı ? destur bloga başladı, anında cinsel kimlik kola mola.. ne ayaksın sen hatun ?"

bir ayak değilim, sadece bilemeyiz demek istiyorum. denemeden neyi öğrendik ki şimdiye kadar ? yahu nasıl öğrenebilirsin ki zaten ?

21 yaşında bir insanın cinsel kimliğinin oturmuş olması gerektiğini düşünürdüm, o kadar tecrübe, o kadar safsatadan sonra oturur derdim. artık o kadar da emin değilim, malum yaş oldu 21.

Luna Luna beybi

hiçbir şey için değil bu blog. belki sadece anlatmak için, ya da arada bir dönüp "vay be neler yazmışım, utanmasam kusacakmışım haa" demek için. yada sadece "yaptım oldu" demek için, bilmiyorum. açıkçası umrumda değil. öyle boş beleşe yazıyorum işte. allah ne verdiyse artık.
hep klişedir ya bu, açılış yazıları. hani bir "selam millet ben Luna" zırvası, bir "hoşgeldiniz beş gittiniz" muhabbeti, bir "bu dükkanı da biz açtık, babam sağolsun" hikayesi. nefret ediyorum bundan, bir yandan da saçma sapan bir şekilde kendimi buna zorunlu hissediyorum. öyle bir klişe ki içime sinmiş resmen yahu, ne kadar nefret etsem de kurtulamıyorum bu illetten. hani kalıp kalıp nereye kadar, nedir bu klişelerle ömür tüketmek ?
ne desem boş.
al sana başlangıç yazısı, al sana hoşgeldin pankartı.
al sana babalar gibi bir klişe örneği.