All the artworks used on this blog including the header are produced by Demon Mathiel.
Başlık dahil olmak üzere bu blogda kullanılan tüm görseller
Demon Mathiel'e aittir.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

dört yalnızlıkla bir doğruyu götürmeye

evet, sınav dönemi başladı, Luna da buraları bırakıp gitti. afferim bana. bunları okuyan da beni sabah akşam deliler gibi çalışıyor sanar. nerde ben nerde adam gibi çalışmak ? kendime ders çalışıyor süsü verip boş geçiriyorum günlerimi. eskiden de böyle yapardım ama en azından dışarı çıkardım, içer gezer birilerinde kalırdım. bu sene kendimi dört duvar arasına kapattım, camdan bakmaya bile üşeniyorum. iyice asosyalleştim, hadi hayırlısı.
iyi geliyor yalnızlık. her insanın hayatında bir dönemi yalnız kendisiyle başbaşa geçirmesi gerektiğini düşünüyorum. kendini tanımaya başlıyor insan bu sürede, başkalarının gözünden değil kendi gözünden görüyor kendini (ne cümle ama !). artık ermişlerin inzivaya çekildikten sonra neden erdiklerini anlıyorum. içine dönüyor insan yalnız kalınca. kendine dönüyor. kendini çözmeye başlıyor. zaten kendini çözebilmek tüm insanlığı çözebilmek değil midir ? hepimiz bir bütünün parçaları değil miyiz ? bize soluk alacak yer bırakmadan akıp giden hayatımız aslında bir zincirin halkasından başka nedir ki ? görüldüğü üzre ermem yakındır, sınavlar biter bitmez ilahi bir güç tarafından kuşatılmayı beklemekteyim.

işin eğlencesini bir yana koyarsak, hakikaten kendim üzerinden çağ atladım. arada bir durmak lazım, vitesi boşa alıp yokuş aşağı sürmek lazım. aşağıda neler var bakmak lazım. yüksek sürat / sert dönüşlerle geçtiğim yolları gerisin geri yürüyorum yalnızken. yaşarken farkına varamadığım ayrıntıları keşfediyorum, pek çok olay arasında inanılmaz bağlantılar kurmaya başladım. son aylarda - ah ne sık bahseder oldum bundan hem de bir maharetmiş gibi - pek bir durulmuştum, durulursam hayatın anlamını bulmaya yakın olacağımı falan zannediyordum. asıl inziva lazımmış bana. asıl kendimi en yakın manastıra kapamam lazımmış. öyle durulmakla / otomatlaşmakla yürümüyormuş işler. bir durup nefes almak lazımmış. önce aynaya sonra kendine bakmak lazımmış. (amma çok şey lazımmış anasını satayım ha. )

ha bir de şeye karar verdim. madem bu blogu açtım, madem özgürce klavyem yettiğince zırvalayabilirim burada, o zaman şu 21 yıllık hayatımdan çeşitli kesitler sunayım arada. bazen yazacak konu bulamıyorum, bazen sadece günlük olayları yazmak gereksiz geliyor. bende boş oturacağıma aklıma gelen hayatın içindeki tuhaf enstanteneleri yazayım. zaten haftalardır kapandığım çile hücremde her haltı kara kara düşünüp inceliyorum, aklımda kalacağına burada kalsın. hatta aramızda sır kalsın :). hem insan yazarken daha iyi düşünür değil mi a dostlar ?

yaa böyle işte. evet ölmedi Luna beybi, hatta hayatın anlamını bulmak için kendi içinde yola çıktı, epey yol aldı bile. olur da bulursa size de haber verir, kendine saklayacak kadar bencil değil bu salak.

2 Mayıs 2010 Pazar

aşk dediğin büyük yalan var ya

tuhaf rüyalar görüyorum son günlerde. her gece rüyamda aşık oluyorum.
dedim ya tuhaf rüyalar diye. yani kim rüyasında aşık olduğunu görür ki ? aşık olduğum kişilerin hiçbirini tanımıyorum. her gece bambaşka bir tipte bambaşka birine aşık oluyorum. kimi esmer, kimi renkli gözlü, kimi güzel vücutlu, kimi kısa, kimi uzun. bazen rüyadaki kötü karakter oluyor, bazen esas oğlan, bazen de konuyla alakasız figüran. yani ortak bir nokta yok aralarında. ben öylecene aşık oluyorum onlara.
ama hakkaten aşık oluyorum. yani o duyguyu tam olarak hissediyorum. o heyecan, o kalp çarpması, o terleme, o kızarma, o panik ve o istek. bildiğin deliler gibi aşık oluyorum. rüyada olan biteni film gibi izliyorum ya hani, onun olduğu sahnelerde bayılacak gibi oluyorum. o sahneden çıkar çıkmaz nefesim daralıyor, kalbim sıkışıyor. yeniden sahneye girdiğinde bir rahatlama ve öncekinden daha yoğun bir istek oluşuyor. körkütük aşık olup kara sevdalara tutuluyorum ya.

rüyanın birinde ben nişanlanacağım. müstakbel nişanlımın da kızkardeşi mi artık neyse o da evleniyor, düğün hazırlıkları için falan bir araya gelmişiz. yok gelinliği kime diktirdin, bizim yüzükler hazır artık uygun bir zamanda takarız falan muhabbetleri edilirken bir eleman, konuyla gayet alakasız, odaya giriyor. hem yaşça benden küçükmüş hem de konuştuğum kızın kuzeni falan galiba. ama ben çarpılıyorum. ya öyle böyle değil, ter boşalıyor sırtımdan resmen, elim kolum titriyor. o da bana bakıyor, hissettiklerimin aynısını görüyorum gözlerinde, adeta ayna gibi. bu geliyor, yanımda bir sandalyeye oturuyor. sonra ne oluyorsa ben odadakilerle el sıkışmaya başlıyorum, rüya hali işte. bunun da elini sıkıyorum ve sıkmamla birlikte korkunç bir akım oluşuyor aramızda. bırakamıyorum elini, o da maşşallah dünden razı, elimi tutmaya devam ediyor. bakıyorum olmayacak, ben böyle yaşayamayacağım ya, hani az daha dursam milletin ortasında dudaklarına yapışacağım, başlıyorum harıl harıl düşünmeye. acaba hangi kattaki hangi oda boştur da kimse gelmez biz işimizi bitirmeden. yani o içimdeki cinsel istek o kadar yoğun, beni öldürecek bu istek. acilen bir yere kapanmalıyım bu çocukla. işte böyle kimseye çaktırmadan çocuğa niyetlenir bir yandan da kendimi tutmaya çalışırken uyandım. uyandım bir baktım ben çocuğa hala kütük gibi aşığım bir de. töbe töbe.

bir diğerinde ben bir savaşçıyım. vampirleri kovalıyorum, temizliyorum falan. ama zorunluluktan yapıyorum bu işi, her tarafı sarmışlar çünkü, insanlık falan hep tehlikede. gecenin bir körü, vampirlerin sardığı upuzun bir bina var. binaya dalıyorum silahlarımla, her katı temizleyip asansörle bir diğer kata çıkıyorum. yanımda birileri daha var, ortak çalışıyoruz. neyse bir kata çıkıyorum yine, katı temizlerken bir grup vampir bana doğru geliyor. biri elebaşları bunların, bana doğru yaklaşırlerken bu öne çıkıyor. o sırada yandan giren ay ışığı yüzüne yansıyor (bu rüyaların sanat yönetmeni kim çok merak ediyorum). aman yarabbi ben gene çarpılıyorum. aklım başımdan gidiyor, elim kolum boşalıyor onu görünce, aşık oluyorum. lanet olsun ki bunun da gözleri ayna gibi, bunun da bana aşık olduğunu anlıyorum. o da anlıyor benim hissettiklerimi, pis pis sırıtıyor bana, ben de ona yaklaşırken gülümsüyorum. arkamda bir masa var, belime sarılıp beni ona yaslıyor. benim soluğum kesiliyor o arada, ateş basıyor her yerimi. tam öpüşeceğiz derken ben gene uyanıyorum. ve gene sırılsıklam aşığım.

daha böyle en az beş rüyam daha var son iki haftada. yani en aşağı yedi farklı erkeğe aşık oldum ve sevişme planları yaptım. sanatçı ruhlu yönetmen kılıklı senarist bozuntusu bilinçaltımın içimdeki kaltağa dönüştüğü andır bu rüyalar.

23 Nisan 2010 Cuma

herkes gitmişse sakince arkanı dön bir bak

bir şeyi farkettim, insanın yanında her daim güvenebileceği birilerinin olması mükemmel. günlerdir hastayım, midem bana savaş açtı, bağırsaklarımdaysa ihtilal var. ne yesem kusuyorum, yemesem yine kusuyorum ve her iki durumda da günde en az beş defa tuvalete giriyorum. insanlığımdan çıkmış haldeyim ama buna rağmen rinch ve xeal beni hiç yalnız bırakmadılar. adeta başımda nöbet tuttular, ilk iki gece rinch benimle kaldı, xeal'se her gün uğruyor, birkaç saat bakıyor bana.

"- sen nasıl bir asosyalsin Luna beybi, rinch ve xeal'den başka arkadaşın yok mu ?"

var tabii. ama olmaları hiçbir anlam ifade etmiyor aslında. yani yukarıda yazdığım "insanlıktan çıkıp sürekli kusan ve sıçan bir yaratığa dönüşme" durumu bence olayı açıklıyor. başka kim gelir de bu vaziyetteki bir canavarla ilgilenir ya ? bundan iki sene önce faranjit-kolera karması anormal bir hastalığa tutulmuştum, tam şenlik dönemine denk geliyordu. ve benim çok sevgili o zamanki ev arkadaşım bir hafta boyunca eve uğramadı şenlik şenlik gezmekten. bense o bir hafta boyunca çıkıp az ilerideki polikliniğe bile gidemedim, doğru dürüst nefes alamadan pis kokular çıkararak oturdum dört duvar evde. o bir hafta boyunca kaç defa arayıp küfretmek istemiştim kaltağa ama faranjit sağolsun sesim bile çıkmadığı için içimde patlamıştı (o zamanlar rinch ve xeal yoktu yoksa onlar bayılır benim yerime milleti arayıp sövmeye :) ). ama bu ikisi bir dakika üşenmeden benim her bir haltımla ilgilendiler, rinch beni polikliniklere taşıdı, xeal gelip gidip yemek yaptı hem de yer yemez kusacağımı bilerek. üstelik bunları yaparken bir an olsun laf etmediler bana, hani hasta insanı azarlayan cinsten değiller :) yani bir insan hastayken başka neye ihtiyaç duyabiilir ki ? bu insanlar bana yetmez de kim yeter ?

üniversite öyle boktan bir yer ki... öyle pis bir ortam ki aslında. kimin eli kimin g.tünde belli değil, kimin kimden ne çıkarı varmış anlaşılmıyor. bu gün yüzüme gülen adam yarın beni bulduğu her ortamda itin g.tüne sokabiliyor. ödüm kopuyor bu ortamda yeni insanlarla yeni iletişimler kurmaya - ki bir iletişimci olarak başarısızlığımın kanıtıdır bu :) okula gittiğim zamanlarda bir tabur insan selam veriyor, bir muhabbet bir sevgi seli ki sorma gitsin. şimdi hastayım ama bak kim var yanımda ? ah ah on puanlık uzmanlık sorusu, xeal ve rinch tabii ki.



biri daha aradı sordu beni ama. meg. çok ilginç değil mi ? dünden önceki gün aradı, hasta olduğumu öğrenince çok üzüldü, geçmiş olsunlar diledi, bir şeye ihtiyacım olup olmadığını/yanımda birilerinin olup olmadığını sordu, en kısa zamanda uğrayacağını hatta gelince bana tarçınlı kek yapacağını söyledi. içim bir güzel oldu, kendimi önemli/değerli biri gibi hissettim. sonuçta meg kim ki ? beni ne kadar zamandır tanıyor ki ?

"- dökül bakalım Luna bish, anlatmadığın neler var ?"


tamam tanıştıktan sonra gerek internet ortamında gerek telefonda bayaa konuştuk ama sonuçta yani... yahu üç senedir aynı sınıfı paylaştığım kullardan birii arayıp sormamış beni, meg'e mi kaldı benim kusmam/ ishalim ? ama kalmış demek ki. aman of mutlu oldum işte, kendimi bir bok sandım gene.

dedi Luna ve burnu havada, kusa sıça terketti burayı.

20 Nisan 2010 Salı

aldırmazsan aldırma ama kendini kandırman gerek

uzun zamandır bir bıkkınlık, bir sıkkınlık var üzerimde. yaptığım her şey, günlük rutinlerim, haftalık eğlencelerim ve ya başka neyim varsa hiçbiri tat vermiyor sanki. monotonluktan sıkıldım galiba. ama monotonluğu, düzenli hayatı da kendim seçtim aslında. şimdi bu sıkıntı nerden peydahlandı hiçbir fikrim yok.

kadınlardan korkarım ben. aslında "kadın" olmaları da gerekmez, kendi cinsimden korkarım. sürekli inişli çıkışlı ruh halleri, her şeyi birbirine anlamsız biçimde bağlama çabası, bir an delirecek kadar mutluyken/çok aşıkken/kendini mükemmel hissederken bir an sonra dibe vurmuşca/yanındaki heriften nefret eder halde/ucubeden beter vaziyette hissetmek... yani bunlar kadın cinsinin anlaşılmazlığını açıklıyor bence. hani vardır içinizde hala şu kadınları anlayamayan, kınamıyorum hocam hiçbirinizi. biz kendimizi anlayamıyoruz, siz nasıl anlayacaksınız ?
ben bunu bilimsel bir pencereden bakıp hormon dengemizin dakikada bir manyaklar gibi değişmesine bağlıyorum. bir ayda 6 defa değişiyor ya hormonal dengemiz. saçmalık boyutunda artık. e uzmanlar (ya da her neyseler artık) depresyonu bile hormonlara bağlıyorlarsa bizim psikopat olmamız işten bile değil. işin komik yanı kadın cinsini anlayamayanllar ondan korkarlar ya, hani korku bilmemekten kaynaklanır ya, ben kadınlardan bildiğim için korkarım. kendim kadın olduğum için, ne hissettiğimi, ne düşündüğümü, ne beklediğimi ve iç dengemin nasıl an be an değiştiğini görebildiğim için aynı şeyleri hisseden/düşünen/bekleyen başka birinden deliler gibi korkmam gerektiğini biliyorum. yahu nasıl korkmayayım ? ben kendimi bir anlığına cinayet işleyebilecek kapasitede hissederken ve bunun tek sebebi tüm hemcinslerimde bulunan kadınsal hormonlarken benim gibi bu hormonlara sahip - haliyle aynı şeyleri hissetme olasılığı bulunan bir diğerinden nasıl korkmam ? gece atar kafası, gelir tepeme biner, gırtlaklar beni allah korusun. yapar yani. kimse de "suçlu" diyemez, garibim ne yapsın ? suç onda değil ki, bu örümcek ağı tipli hissiyatında. yaratılış itibariyle dengesiz, elinden ne gelsin ?

biz bu kadar dengesizken, her daim kendi kendimizle savaşırken şu lanet toplumsal yapılar bizi erkeklerden daha dengeli olmaya zorunlu kılıyor ya, ben bunu anlayamıyorum. dediğim gibi, bizim elimizde olan bir şey değil, yapımız bu, e o zaman bizi dengeye davet edip normalleşmeye zorlamanın mantığı nedir ? bence yoktur öyle bir mantık. sen kuşu "ne diye yüzmüyosun lan ?!" diye azarlar mısın ? azarla, deli derler. niye, çünkü kuş uçar, yüzemez. öyle yaratılmış hayvan, belki o da isterdi iki solungacım olsun bir dalıp çıkayım, ama yok. elinden bir şey gelmiyor. kuşu zorlamayan toplum bizden ne istiyor anlamıyorum ya.

of fena dolmuşum ben.



senelerdir internet üstünden konuştuğum bir arkadaşım var (ne tuhaf cümle nan bu). biz bunla sitenin birinde tanıştık, senelerdir de msn üzerinden konuşuyoruz. birbirimizi hiç görmedik ama buna ihtiyaç da duymadık, gelecekte de görüşür müyüz bilmem. bu yüzden olsa gerek, ne düşüneceğini umursamadan rahat rahat konuşurum onunla. ne var ne yok dökerim eteğimdekileri, o anlatırsa ben de dinlerim. junke diyelim kendisine - aklıma başka isim gelmedi, bir ara bu isimleri listelemem gerek :). geçen bu bitmek bilmeyen iç sıkıntımdan bahsediyordum, her şeyin beni nasıl rahatsız ettiğinden, gözüme batmayan detay kalmadığından, kendim dahil her şeyden nasıl bıktığımdan. bana ;

"- Luna bir şey sorucam sana." dedi
"- sor." dedim.
"- eğer bana anlatmadığın bir şey yoksa sen galiba 7 - 8 aydır kimseyle sevişmedin." dedi.
yani bu bana bir an garip geldi. onun oturup çeteleyi tutmuş olması değil tabi, benim cidden 7 - 8 aydır kimseyle bir şeyler yapmamış olmam. burdan bakınca o kadar uzun süre gibi gelmiyordu ama başka biri söyleyince farklı oluyor. "o kadar olmuş mu be ?" dedim kendi kendime.
"- heralde oldu o kadar." dedim. "hayırdır, bende kalmaya niyetin var da yalnız uyuyamıyor musun ?"
"- yok." dedi. "daha ciddi bir şey diyeceğim. bence senin tüm bu sıkıntın bundan kaynaklanıyor."
oha, dedim önce içimden. sonra düşündüm de... ben yatıp kalkıp ağzımı açabildiğim her yerde seksin ne kadar doğal bir ihtiyaç, ne kadar önemli bir gereksinim olduğunu, bunun ayıplanmaması gerektiğini, insanın - ve diğer tüm canlıların - doğalarına aykırı hareket edemeyeceklerini, bunu istediği zaman yapmanın insanın kendisine kaldığını ( hani "evlendikten sonra" durumu ) ama ne olursa olsun bunun doğal bir şey olduğunun gözardı edilmemesi gerektiğini falan filan bildiriyorum. ama bunca bildirime rağmen ben kendimi bunun tamamen dışında tutuyordum son zamanlarda. hani ben yapmadığım sürece doğal gibi. ama aslında saçmalık bu, ben bir bakıma kendimi kısıtlıyorum. elimde olmadan yapıyorum bunu, vallaha billaha içimden gelmiyor ama ne olursa olsun... yemek içmek gibi bu da. eksikliği insanın hayatının her noktasına yansıyor.
"- doğrusun junke." dedim. "var mı tanıdığın, bu işlerden anlayan biri ?" sonra bunun üzerine geyik yaptık falan filan. ama...
belki ben takıntılı olmaya başladım ama gene başımı yastığa koyunca düşündüm. başka birinin sıcaklığını hissetmeyeli gerçekten 7 - 8 aydan fazla olmuş. ki alelade birinin sıcaklığını hissetmeyeli bir yılı geçmiş. benim için özel olabilecek kimse girmedi hayatıma bu sürede, olanı da ben defettim zaten. ama en boktanı junke böyle deyince bir arayışa girdim kendi çapımda, olur olmaz heriflere bu gözle bakmaya başladım. hayır ben sırf bu adam bana bunu dedi, aklıma soktu diye gidip olur olmaz birinin altına girmem umarım.

dedi Luna beybi ve anlatacakları içinde, arkasına baka baka gitti bu defa... zavallı.


bi de : ben bir önceki yazıyı neredeyse sadece meg hakkında mı yazmışım bana mı öyle geliyor ? hakkında bu kadar uzun yazdığımı farkedince gene altıma sıçtım. rahibe hayatı yaşayacağım diye milletin karısına kızına bulaşmanın alemi yok. dağlara taşlara...

13 Nisan 2010 Salı

gerçeklerin arkasında, çelişkiler var sonunda

azap dolu bir sınav haftası geçti gitti. Luna bu defa da ölmedi sağ kaldı, çok yaşasın !
xeal sevgilisiyle atışmış, o yüzden birkaç gün bende kaldı bu arada. seviyorum bu hatunla aynı evde kalmayı. her ne kadar alakasız bölümlerde okusak da onunla birlikte ders çalışmanın tadı başka bir şeyde yok. haklı olarak tamamen ilgisiz derslere çalışıyoruz, ama aynı oda içinde konuşmadan ayrı ayrı saatlerce çalışabiliyoruz. mükemmel bir motivasyon yakalıyorum bu hatunla. keşke her sınav döneminde kavga etse şu sevgilisiyle.
evet bunu isteyecek kadar da kötüyüm nıhahaha.

dün rinch'le, rinch'in fotoğrafçılık topluluğuna dahil olduklarını öğrendiği ve üşenmeyip buluşma ayarladığı kızlarla tanışmaya gittik - ne işimize yarayacaklarsa. gitmez olaydık, sanat bizim neyimize.
biri ince uzun, biri kızıl saçlı iki kız. ikisi de birbirinden entel birbirinden sanatçı ruhlu maşallah. anlamsız bir şekilde bukowski'den ve fatih akın'dan bahsettik. aslında onlar bu kişilerden bahsedip kendi çaplarında "bak ben ne entelim, bende hayvanlar gibi kültür var, amma da çok yönlüyüm, yanımda ezilin önümde eğilin köpekler." dediler, rinch de "eğileyim anam sen iste yeter." dedi. ben sıkıldım, rinch bunlara yavşadı, bunlar da bana insan demeye bin şahit isteyen toplumsal atık muamelesi yaptılar. ben laf soktum, bana "biz üçümüz bu gece grup yapıyoruz, sen fazlalıksın." bakışları attılar. bir ara rinch'e (bana değil) topluluğun hangi alanlarında eğitimleri olduğundan bahsediyorlardı ki uzun olan elini kaldırıp arkadan birini çağırdı yanımıza.
"- bu meg. konsept ve renk dengesi eğitimlerini veriyor."
normal bir insanla karşılaşma umuduyla başımı kaldırdım ve yüreğime indi. gelen kız şu benim otobüste karşılaştığım kız. önce inanamadım, tekrar tekrar bakıtım yüzüne, bir ara karıştırdığımı düşündüm ama yok. resmen o. bu yüzden bu kıza artık isim bulmam gerektiğine inandım. neyse kız geldi, ben utancımdan bakamadım yüzüne. neler düşündüm kızın hakkında ya, neler geçti aklımdan, kendimden şüphe ettim bir an kız yüzünden.
neyse, boşver gitsin dedim, sakinleştim bunlar topluca konuşurlarken. fotoğraf makinelerinden bahsetmeye başladılar, hangisi iyiymiş, ne kadarlık bir makine iş görürmüş vesaire. rinch abisinin makinesini, objektiflerini falan anlattı. ben öyle fransız gibi dinlerken bir ara meg bana döndü,
"- senin kendi makinen var mı Luna ?"
yani tokat atsa bu kadar şaşırmazdım herhalde. ben adımı bile söylememiştim kıza, kimse tanıştırmamıştı ki bizi.

sonra tuhaf bir şey hissettim, sanki bir şeyleri kurcalamamam lazımmış gibi. fazla merak etmemem lazımmış, düşünmemeliymişim gibi. aylardır kendi kendime kaldığımdan beri ve hayatıma uzun soluklu kimse girmediği için düşünecek pek bir şeyim yoktu. bende durup durup geçmişi gözden geçiriyor, o da yetmediğinde gündelik olaylara takıyordum. oturup eleyip eleyip dokuyordum her detayı, sonra da sıkıntılar basıyordu haliyle, bunalıyordum. üstelik her ayrıntıyı o kadar çok düşünür olmuştum ki artık her şeyi kontrol altında tutmak istiyordum neredeyse. işte bu diktatör havam bir anda değişti, sanki kendimi akıntıya bırakmaya karar verdim bir anda. her detayla uğraşmaktan ne kadar yorulduğumu ve artık düşünmek istemediğimi farkettim. ya da beynimde uykuda olan bir bölge açıldı, biraz daha yoğun bir his olsaydı erdiğimi sanardım. herkese olmuştur bu, yapbozun eksik parçasını bulmak gibi, unutulan bir şeyi hatırlamak gibi. öyle bir his işte.



meg geldikten sonra en aşağı yarım saat daha kaldık kızlarla. hep meg'le konuştum bu sürede, aslında o benimle konuştu daha çok. rinch'le kızlar da rahat rahat şevişme pozisyonlarına karar verebildiler. bir ara meg'le sustuğumuzda rinch kızlara sarhoşluk anılarını anlatıyordu. yarabbim ne rezil herif oldu bu çocuk.
dolu dolu konuştuk meg'le. çok rahat iletişim kurabilen, hele yeni tanıştığım kişilerle uzun soluklu konuşmalara dalabilen biri olmamama rağmen o beni açtı sanki. hiç rahatsız olmadım konuşurken, hiç yabancılık hissetmedim. konuşmamız kendiliğinden şekillendi, bir ara kendimi evi temizlerken laptopumu kitaplığın üstünden yere düşürüp nasıl parçaladığımı anlatıyordum mesela - ki bu tip şeyler bence kişisel alandır, pek anlatmam. nerede oturduğumu söyledim, bana yakın bir yerlerde kuzenlerinin oturduğunu söyledi, hiç şaşırmadım :). ailemin nerede oturduğunu, hangi bölümde okuduğumu, yalnız yaşadığımı, kekin ve makarnanın her türlüsüne bayıldığımı söyledim. o da bana izmirli olduğunu ama ailesinin geçen yıl çeşme'ye yerleştiğini, yurtta kaldığını ama aslında orada pek kalmadığını, büyük kuzeniyle pek geçinemediğini ama yurdu sevmediği için genelde katlandığını, benden bir yaş büyük olduğunu, doğal sarışın olduğunu ama kendi saç rengini sevmediği için daha açık sarıları tercih ettiğini çünkü koyu renk boyadığında diplerinin iğrenç olduğunu, iflah olamz bir meyve tüketicisi olduğunu ve fransızca konuşabildiğini anlattı. fotoğrafçılıkla ne alakaları var bilmem ama bunlardan bahsettik.

sonra kızlar derse gideceklerini söylediler, ben eve gitmeye niyetlendim, rinch de bana yemek yapmayı vaadederek bana gelmeye niyetlendi. vedalaşırken meg numaramı istedi, ben numaramı verirken şu sırık kız,
"- iyi kaynaştınız siz de." dedi. salak ve yapay kızıl arkadaşıyla hain dostum rinch de güldüler buna. ben döönüp cins cins kıza baktım ama meg,
"- gerçekten öyle. insanın Luna gibi keyifle muhabbet edebildiği birini bulunca kaçırmaması lazım." dedi hiç istifini bozmadan.
ben de orada aptallar gibi kızardım. bazen kendimi hiç anlamıyorum. fuck you Luna bish !
zaten sonra rinch bütün akşam başımın etini yedi "sen kızlarla bu kadar iyi anlaşırdın da bana niye hiç hayrın dokunmadı? amma çok konuştunuz kızla, biz de seni asosyal sanardık. numaranı verdin facebooktan da eklersin artık. koptunuz gittiniz dünyadan zaten. yani kız olmasa birbirinize yazdığınızı falan zannederdim. xoxo. " yok dalmışm gitmişim, acaba kimleri düşünüyormuşum diye pis pis dalga geçti durdu. ciddiye almadım tabi, rinch benim onun geyiklerini umursamadığımı bildiği için her konuyla ilgili benle dalga geçmeyi kendine hak görüyor. hiçbirinde ciddi değildi, bende ciddiye almadım, gerçekten. ama akşam olup da yattığımda sanki bir yerlerde bir şeyler yanlışmış gibi geldi. yanlış değil de farklıymış gibi daha çok. işin kötü yanı düşündükçe meg'in beni yokladığına, ne bileyim hafiften yazdığına karar verecek gibi oluyorum. hele o son cümlesi neydi öyle, yok Luna gibi keyifle sohbet edilen birini kaçırmamak falan. yani bu erkeklerin kullandığı tipik çaktırmadan asılma cümlelerinden değil mi ? of giderek paranoyaklaşıyorum ben ya. damn you Luna !

ama o sebepsiz/anlamsız aydınlanma hala devam ediyor içimde. dünden beri daha kaygısız daha umursamaz daha rahat oldum sanki. güzel güzel bu.

oww yeah !

2 Nisan 2010 Cuma

girerim rüyanıza, hepinizi yerim ben

uzun zamandır blog okuyucusuyum - blog okuyucusu ne demekse. beğendiğim, düzenli takip ettiğim bloglar var hem de her çeşit ama özellikle yaşadıklarını anlatanlar ilginç geliyor bana. başka hayatları okumayı seviyorum, belki bu biraz "aa bu yalnızca bana olmuyormuş, aha benim başıma da buna benzer bir şey geldiydi, ben de yediydim aynı boku vay be" demek için. veya başka hayatları da tanımak için. sonuçta hangimiz - hakikaten hangimiz - içimizde yaşadıklarımızı dışarıya aynen yansıtıyoruz ? blog kişisel bir şey, adını sanını da gizledin mi eteğindeki taşları ferah ferah döküyorsun. bu yüzden oturup konuştuğum bir insanın anlattığı her şeye şüpheyle baksam da bloglara yazılan her kelimeye inanıyorum saf gibi - özellikle tamamen kişisel yazılanlara. "sonuçta adam niye yalan söylesin ?" di mi ya ? ha eğer yazılanlar birer kurgudan ibaretse ve hepsi tamamen ilgi çekme amaçlıysa, ben o insana acırım ya. valla.

uzun süre okuyup bir yandan da kendi hayatım/düşüncelerimle dolup taştıktan sonra burayı açmaya karar verdim. adresimi de kimseye vermedim rahat yazabilmek için. kim olursan ol seni tanıyan, her allahın günü gördüğün kişilerin yazdıklarını okuduklarını düşününce gerilirsin - ya da ben gerilirim. gerek yok hem böyle şeylere, beni tanımayanlar ne olup bittiğini bilsin, tanıyanlar bazı şeyleri bilmese de olur.

blogda fotoğraflarını kullandığım demon mathiel şu dünyada en çok hayran olduğum fotoğrafçıdır. fotoğraf çekmeyi/çekilmeyi sevmesem de bakmayı da sevmeyeceğim diye bir şey yok ya. bu adamın her fotoğrafı ayrı bir detayla doludur, adeta masalsı bir dünya sunar. adam dediğime bakma benle yaşıt puşt. polonya'ya bir gidebilsem kapısında yatıp kölesi olacağım. ooo yeah.

her yazının sonunda veya aklıma estikçe kendime küfrediyorum. kendime sövmeyi severim.

blogum yorumlara kapalı. çok beğendiğim bir bayan blog yazarı yazılarına yapılan her türlü yorumu hiç rahatsız olmadan yayınlayabiliyor ve her yazısına yorum yapan bir ordu insan var. bence bu çok cesurca, yapılan yorumları okuduğumda bazen onları yayınlayabilecek kadar özgüven sahibi oluşuna ve bunlardan huzursuz olmayacak kadar kendini tanımasına hayran kalıyorum. ben bunu yapamam, bu kadar kendinden emin biri değilim çünkü. ben yorumları açarım, biri dangalakça bir yorum yapar bende blogu kapatırım, o olur sonunda. yorumları izinle yayınlamaya dair bir aparat var tabi ama onu da kullanmam. sadece beğendiğim, beni pohpohlayan yorumları yayınlamak beni kendimden tiksindirir, o yüzden toptan kapattım bu yorum işini. zaten yoruma da ihtiyacım yok. kim türlü çeşit olayı yaşarken yanında birinin durup her anı yorumlamasını ister ki ? gerek yok. okuduğu bloglara yorum yapan biri değilim, beğendiysem ve okumak istiyorsam izlemeye alırım, kafi. eğer izliyorsam bu zaten okuyorum ve devamını bekliyorum demektir, ses vermeme gerek yok. kaldı ki verecek güzel bir sesim de yok.

ne düşünüyor ne hissediyor ne anlatmak istiyorsam onu yazıyorum. her yazı birbirinden kopuk gidiyor şimdilik gerçi. ama etiket vermeye de ihtiyaç duymuyorum. sonuçta çok açıklama gerektiren şeyler yazmıyorum, açıklama gerekirse link veririm gibi anlamsız bir düşüncem var.

" - pek güzel Luna beybi de ne diye zırvalıyorsun bunları şimdi?"


ya bende bilemedim açıkçası. böyle yorum yok etiket yok bir bok yok. sanki pek bir havada kalıyor her şey. kalsa ne olur, bir bok olmaz aslında. ben bunları saçmaladım da her şey yerli yerine oturdu mu ? yok. maksat içim rahat etsin, geceleri deliksiz uykular uyuyayım, okuyanın ahını almayayım. öpüyorum okuyanlarımı.

yazasım varmış herhalde, yatmadan önce götümü göğe erdirmezsem olmaz. f*ck off you bish Luna !

1 Nisan 2010 Perşembe

sen hiç yalnız kalmadın mı kalabalığın içinde ?

günlerdir okulu sallayıp sosyopat gibi evde oturup ders çalışıyordum, malum vize dönemi yaklaşıyor. okulu ciddiye aldığımdan değil ama yaşadığım hayattan memnunum ve bunu devam ettirebilmek için çalışmam şart, bence bu sırf öğrencilikten sayılsın diye ders çalışmaktan çok daha anlamlı bir neden. yaşadığım hayatı sürdürmek ve ileride aynı standartlarda aynı özgürlüklere sahip bir biçimde yaşamak istiyorum, bunun için gerekirse ders de çalışırım okulu da bitiririm.
neyse, günlerdir dört duvar arasında ucube gibi yaşamaktan sıkıldığım ve rinch her allahın günü arayıp ölüp ölmediğimi kontrol ettiğinden onun içini rahatlatmak istediğim için okula kadar şöyle bir uzanıverdim. anam o ne hal ! okulda okulluk kalmamış, bildiğin festival alanına dönmüş kampüs. bahar geldi nisandayız falan tamam ama abartmanın alemi yok. her taraf çimen yeşillik niyetine insanla dolu, her köşede ayrı bir geyik, her köşeden bambaşka bir kahkaha patlıyor. herkes gökkuşağı gibi giyinmiş, etrafta bir renk cümbüşü ki sorma gitsin. bir de, tanıdığım tanımadığım neredeyse tüm kızlar saç renklerini açmışlar. kızılı, tutuncusu, sarısı, bunların ara tonları falan. etrafta koyu renk saçlı kız kalmamış nerdeyse. tamam izmir, ama bir yere kadar, her allahın kulu sarışın/kızıl değildi burada. bu okulda bu kadar renkli saçlı kız yoktu ya.

biz de bir köşeye oturduk, hatta yayıldık. rinch birilerinin dersten çıkacağından bahsetti, kimseye bulaşmak istemiyordum, boşver dedim. öyle iki sap oturduk bizde.
rinch nestle'nin son günlerde aradığını biliyordu, ben okula gitmeyi kesince önce onunla olduğumu sanmış, kafamı kırmaya niyetlenmiş. halbuki nestle o günden sonra bir daha aramadı, hiçbir yerden de ulaşmaya çalışmadı bana. yanlış alarmmış yani, korkulacak bir durum yokmuş, ben boşuna paniklemişim. acaba paniklemek mi istedim, acaba beni yine arasın ve ben yine dayanamayıp ona gideyim mi istedim ? mis gibi düzenli hayata geçmişim, insanlarla mutualist ilişkilerim var, bunu yine berbat mı etmek istemişim acaba ? diye düşündükçe kendimi boğuyorum, stop thinking Luna bish !

neyse, rinch daha bir iyiydi bu defa. kız kesmekten vazgeçmiş halde ama pek bir amaçsız geldi bana. bende gel seninle yeni bir şeyler yapalım dedim, böyle egzantrik bir hobi edinelim kendimize. bir sürü şey düşündük, sonunda okulun fotoğraf topluluğuna katılmaya karar verdik, niyeyse. işin komik yanı üç ay sonra dönem bitiyor, topluluk falan kalmamıştır ortada, insanları güldüreceğiz arkamızdan ama neylersin. adam bunalımda.
önümüzdeki hafta sınavlar başlayacak, bittikten sonra gidip konuşacağız. hayır ben zaten fotoğraf çekmekten de çekilmekten de hiç hoşlanmam, çok gereksiz gelir bana ama rinch iki dakikada konseptler yarattı, çekim alanları planladı. meğersem adamın içinde bir ara güler yatıyormuş haberimiz yokmuş. o bu kadar gaza gelmişken itiraz edemedim, hem yapacak başka işim de yok. bir de orayı görürüz dedim.



sonra omuzlarımı düşürüp eve geldim, yine dört duvar. yalnız yaşıyorum burada, sonuçta üniversitedeki üçüncü senem, ailemden uzakta olduğumu hissetmiyorum artık. zaten izmirli olduğum için, küçüklüğümden beri her yaz en az bir ay burada kaldığım için en başta da hiç yabancılık çekmemiştim. hala da çekmiyorum. ama eve girip kapıyı kapatınca şehir dışarıda kalıyor sanki. her koşulda o kapının bu tarafında yalnız kalıyorum.
ilk sene birkaç ay yurtta kaldıktan sonra yurttaki oda arkadaşımla eve çıktık. ben onunda benim gibi rahat olmak için eve çıktığını düşünürken kızın fazlaca(!) rahat olabilmek gibi planlarının olduğunu keşfettim. ilk senenin sonunda evleri, hemen ardından da yolları ayırdık. geçen dönem sevgilisiyle eve çıktığını duyduğumda şaşırmadım ama eminim ailesi duysa çooook(!) şaşırırdı.
geçen yılın başında tek başıma eve çıktım, dönem içinde sınıftan bir kız bir süre benimle kaldı - hatta birkaç ay kirayı bölüştük, onun dışında hep yalnız kaldım. bu sene ev arkadaşı aramaya kalktım bir ara, panolara ilan astım. değil aynı evde kalmak, aynı sokaktan geçmekten korkacağım insanlar başvurdu hep (cinsiyet fark etmez yazdığım için sanırım). sonra rinch'in ve xeal'in (okuldan oldukça kafa bir hatun) yakalarına yapıştım ev arkadaşım olun diye, türlü bahaneyle savuşturdular beni. ben de yine yalnız kalakaldım burda. gerçi evin bana maddi bir yükü yok, sahibini ailecek tanıdığımız için kirası gayet uygun. kendim yapmadığım sürece fazla gürültü patırtı seven bir insan da değilim, o yüzden yalnız yaşamak benim için en güzeli. ama arada bir sıkılıyorum işte. bugün de o günlerden biri sanırım, içimi döktüm resmen buraya.

anlata anlata bitiremedi bu defa Luna fırıldağı. shut the f.ck up bish !

28 Mart 2010 Pazar

biraz konuşsak sonra bap bap şibap bap

kadını cinsel obje olarak tanımlayan söylemlerden tiksiniyorum. ayan beyan tiksiniyorum, öyle ki biri bana "ne kadar seksisin" dese allah yarattı demem ağzını burnunu dağıtırım herhalde. çünkü bana bunu diyen adam beni kafasında sadece seksi bir varlık olarak görmüyor. önce soyuyor beni, sonra yanına yatırıyor, sonra üstüne oturtup zevk çığlıkları attırıyor, ardından üzerime boşalıyor hayalinde. sonra bu kurgunun üzerinden geçiyor, her detayını her türlü mimiğimi inceliyor ve ondan sonra beni seksi olarak nitelendiriyor. o cümleden adamın kafasının içini görebiliyorum ben, gizli kamerayla sevişme görüntülerim çekilmiş de porno film niyetine izleniyor gibi hissediyorum kendimi. ve bu fantazyada benim bir suçum/bir iznim olmadığını bilmek de beni direk sözün sahibinden tiksindiriyor. konu ben olmasam, başka bir hatun, hatta ünlülerden biri olsa da tepkim değişmiyor, gene tiksiniyorum, gene tiksiniyorum.
ben kadının yanlızca g.tü başı yerinde hafif oynak bir varlık olarak görülmesinden tiksiniyorum. buna cehalet diyemezsin çünkü okumuş kültürlü entel adam da bunu yapıyor, abazalık diyemezsin çünkü haftanın 5 günü kız kaldıranı da bunu yapıyor, erkeklik içgüdüsü desen en fenası - hastalık mı lan erkeklik ? erkek olmak insanı insanlığından mı çıkarıyor yani ?



birini görür beğenirsin, hadi tamam. çok hoşlanırsın, senin olsun falan istersin, kabul. temel içgüdülerini alevlendirir, eyvallah. koynuna alasın gelir, hakikaten istersin onu - sadece o olduğu için istersin, bunu da anlarım. ama karşındakini bir delik iki tepeden ibaret görüp de türlü çeşit fantaziye malzeme etmenin içgüdüsel bir yanını göremiyorum ben. eğer bunu yapıyorsan acınacak haldesin valla, senin ne bir seçimin kalmış ne de öznelliğin. yani her kıvrımlı varlığa uçkur çözebilecek durumdaysan damızlık boğadan farkın yok efendi. yazık ki ne yazık.

çok beğendiğim bir söz vardır, insanlar seçimleriyle kişiliklerini ortaya koyarlar diye. sadece düzenli bir cinsel hayat için normalde dönüp bakmayacağı kızlarla uzun ilişkiler yaşayan erkekler tanıyorum. bu onların seçimleri, bu onların kişiliğini yansıtan şeylerden biri. bu onların kendilerine ve bedenlerine bu kadar az değer verdiklerini gösterir bence. evet biliyorum, fiziksel yapı itibariyle her erkeğin düzenli bir cinsel hayata ihtiyacı var - sadece erkeklerin değil ama o da başka bir yazı konusu. ama insan, benim bildiğim, kendine ters düşen bir şeyi yapmamak için uğraşır. e yapıyorsa o zaman kişiliğine ters düşmüyordur. or.spu olarak adlandırdığı karıyla düzenli cinsel hayat kurmak için ilişki yaşamak da kişiliğine ters düşmüyorsa, ben o adamdan tiksinirim kardeşim. hani bırak sadece bedensel ihtiyaçlarına ket vurup nefsini kontrol etmeyi, herif aşağı gördüğü birini (hani or.spu aşağılık belirtecidir ya erkekcede) koluna takıp yanında gezdiriyor, sevişmek gibi son derece özel ve değerli bir eylemi onunla yapıyor. sorarlar adama "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu ?" diye. valla sorarlar.

dedi Luna beybi, sonra arkasını dönüp gitti. oww kool bish !

27 Mart 2010 Cumartesi

uzun bir uyku bu, içinde her şey var

ilk buluşmamızda defalarca seviştik, ikinci buluşmamızda da. üçüncü, dördüncü ve diğer tüm buluşmalarımızda da. sonra farkettim ki sevişmekten başka bir şey yapmıyorduk buluştuğumuzda. buna aşk mı demeliyim ? saçmalıktan daha fazlası bence.
bundan üç yıl kadar önce tanıştım onunla - nestle olarak adlandıralım. onunla tanıştığımda liseyi yeni bitirmiş, öss yerleştirme sonuçlarını bekleyen ve fransız filmlerine hasta olan bir salaktım. evet salaktım çünkü azıcık aklım olsa arkama bakmadan kaçardım. azıcık öngörüm olsa onun bende nasıl bir saplantıya dönüşebileceğini tahmin ederdim mesela, veya allem edip kallem edip beni kendimden nasıl tiksindirebileceğini. salaktım ama, hala da salağım galiba.
ilk birlikte olduğum kişi değildi, keşke öyle olsaymış. daha doğrusu keşke onunla tanıştığımda bakire olsaymışım. belki o zaman daha dikkatli olurdum, daha fazla umursardım yaptıklarımı. umursamadım.
tanıştık, hayran kaldım. onun kadar kültürlü, onun kadar rahat, onun gibi özgür kimseyle karşılaşmamıştım daha önce. o çok farklıydı, kendine özgüydü ve diğerlerinin kafaya taktığı hiçbir şeyi önemsemiyordu. ben bunlardan çok etkilendim ve şimdi bunun için kendimi öldürebilirim.
beni evine davet etti, ben de bu mükemmel(!) insanı habitatında incelemek için gittim. nasıl oldu, kimin fikriydi bilmiyorum ama seviştik ve benimle birlikte olmak istediğini söyledi. lotoyu tutturmuş gibi salakça sevindim ve milli sazanımız olarak atladım bu teklife. ben gerizekalıyım.
dört buçuk ay çıktık, haftanın dört beş günü buluşup o süreleri yatakta geçirerek. nasıl bir libidosu varsa benimleyken başka karılarla da yattığını öğrendim, delirdim, o da beni aşırı kıskanç ve obsesif olmakla suçladı. ilişkimiz bitti.
ayrıldıktan bir süre sonra aradı, gittim, seviştik. ben abuk subuk umutlarla hala birlikte olmayı düşlerken o bir kız arkadaşı olduğunu söyledi. ağzımı burnumu dağıtsa daha iyiydi valla.
bir süre sonra ben aradım onu, çok bunaldığım bir dönemdi ama kendimle ne derdim vardı bilmem. buluştuk, onun evine gittik, seviştik, sonra ben evime döndüm. daha da bunalmış halde.

bu ve buna benzer şekillerde iki yıl. ya da daha fazlası. her defasında daha çok yıkıldım, kendimden nefret ettim ona karşı koyamadığım için. kimi zaman kendime çok güvendim, güvenimi test etmek için gittim ona, parçalanıp geri döndüm. kimi zaman onu ve onunla yaptığım hiçbir şeyi umursamadığımı idda ederek gittim, yeniden mahvolup geri geldim. başkalarıyla ilişkilerim oldu, ilişkim varken asla görmedim onu, ondan kaçabilecek gücü buluyordum hayatımda başka biri varken. o ilişki biter bitmez onun evinde alıyordum soluğu. bu sırada onun ilişkileri oluyordu ya da olmuyordu, benim gibi kaç hatun vardı elinde ya da yoktu, önemli değildi onun için. hep orda, hep yatağında beni becermeye hazır bir biçimdeydi nestle.
bazen en yakın arkadaşım gibi gördüm onu, bazen tek düşmanım. bazen hayatımı mahvettiğini düşündüm, bazen sahip olamadığım abim oldu kafamda. bu senaryoların hepsi onun yatağında bitti ama.
çoğu zaman içimden, arada bir dışımdan sövdüm ona. pezevenk dedim, s.ktir git hayatımdan dedim, beni ararsan en adi or.spu çocuğusun dedim, daha neler dedim. ben çekip gidince gülüyordur bunlara arkamdan. nasıl olsa aradığında gideceğim ya, bunu bilerek zevke geliyordur pislik.
son bir yılda iki veya üç defa aradı sağolsun, son birkaç ayda hiç aramamıştı ve ben yeniden çarpık olmayan bir yaşam hayalleri kurmaya başlamıştım. nestle'siz bir hayat.

ama şimdi tekrar arıyor. sabah kalktığımda 5 cevapsız arama vardı telefonumda, gün içinde kapattım telefonumu ulaşamasın diye, açtığımda şu aptal kim aramış servisi 6 7 defa daha arandığımı bildirdi, bok varmış gibi. tek şansım aradığı sırada görmemem, gerçi telefona bakmaya korkarak nasıl yaşanır bilmiyorum. ama ondan kurtulabilmek için tek şansım bu, zira kendimle savaşmaktan bıktım artık.

26 Mart 2010 Cuma

maskeli balo ve onun sahte yüzleri

ben hiçbir zaman defterimin kenarlarına kelebekler, çiçekler, kalpler çizen bir kız olmadım. böyle her bir şeyim cicili bicili olsun, her türlü eşyam "bu bir kıza aittir" diye bas bas bağırsın falan istemedim. beyaz atlı prensin son model atıyla geldiği ve benim onu pembe panjurlu evin mis kokulu bahçesinde karşıladığım hayallerim olmadı mesela. ama karşıma çıkan her erkek bu kafada oldu niyeyse. gelen geçen gül bahçesi vaadetti, önüme gelen diz çöküp serenat yapmaya kalktı, ipini koparan mutluluğun tablosunu yapabileceğini idda etti. yahu ben böyle bir şey istemedim ki, benim böyle bir beklentim yok ki sizden. adam olun, mantıklı olun, insan olun istedim ben. sonuçta karşınızda saçları on metre, cadının verdiği elmayı yutup yüz senedir uyuyan kül kedisi yok ki. normal bir insanım, normal beklentilerim var. ha beklentilerimi yükseltmeye niyetiniz varsa, içini de doldurun hocam.
diyemedim hiç. mecbur masalları dinleyip sıkıldım. çok sıkıldım hem de.

bir ilişkiye başlarken neden yapamayacağımız şeyleri yapabilecek gibi davranırız ? neden pervasızca sözler verip utanmazca kandırırız karşımızdakini ? hayır, bu yolla sadece karşımızdakinin beklentilerini yükseltiyoruz, başka bir halta yaradığı yok. üstelik beklentiler ne kadar artarsa sonundaki hayal kırıklığı da o kadar artıyor. ve evet, maalesef sonunda bir hayal kırıklığı oluyor, olmak zorunda. boş vaatlerle kendini olmadığın biri gibi gösterip tutamayacağın sözler verirsen sonunda darbe olmaz ya, nur topu gibi hayal kırıklığı olur. sonra vay efendim terketti, vay efendim her şey çok da mükemmelken gitti, yok efendim g.t gibi ortada bıraktı beni. bırakır tabi, o seni sevmedi ki, senin olduğunu idda ettiğin kişiyi sevdi be manyak.
belki kendini olduğun gibi anlatsan, gül bahçeleri vaad etmeyi bırakıp ufak apartman katından bahsetsen kabul edecek seni. belki onun istediği de bu, belki aradığı bu. ki öyle olmasa bile en azından hayal kırıklığı yaşamayacak, bu da senin hanende bir artı olacak. ama yok, nasıl bir ego varsa biz ademoğullarında, kendimizi olduğumuzdan beş beden büyük göstermezsek eksik hissederiz. saçmalık.




belki abarttığımı düşünüyorsunuz, belki durumu hakikaten çok abarttım. ama durum bu aslında, hepimiz yaşıyoruz bunu. her biten ilişkinin içinde bir hayal kırıklığı gizli, her devam eden ilişki bunun tonlarcasını barındırıyor. ben artık hayal kırıklığı yaşamak istemiyorum. karşıma çıkacak kimsenin mükemmeli oynamasına gerek yok, insanların mükemmel olamayacağını çoktan kabullendim ben - 15 yaşımda falan. mükemmeli oynayanlar sadece sıkıyorlar artık beni, gereksiz kandırmacalarla geçen zaman kayıpları hepsi.

bide : baharın gelmesine yakın bir ilişki bitirme furyası aldı başını gidiyor. herkes sevgilisinden ayrılıp bana dert yanıyor niyeyse, bende gelip buraya patladım sonunda. yeter kardeşim, neyseniz o olun, başkası gibi davranmayın, sonra aman ilişkim bitti, sevgilim terketti, ay ayrılıcam valla diye gelip kafamı becermeyin. yeter be.

23 Mart 2010 Salı

yani rüzgar her şeyi alıp götürmeyecek mi ?

okuldaki en yakın arkadaşlarımdan biri -rinch diyelim kendisine- birkaç ay önce kız arkadaşından ayrıldı, beklendiği üzere bunalımda. sabah akşam kız kesiyoruz kendisine, tuhaf bir hobi haline geldi bu bizde. hava mis gibi, okul harika, izmir desen cennet, biz dersi asıp çimlerde kız kesiyoruz. o da yetmiyor, imza atmak için sınıfa giriyoruz, koridorda kız kesiyoruz. imza atarken sınıfta kız kesiyoruz. çıkıp bölümün kafesine oturuyoruz, gene kız kesiyoruz. yetmiyor, rinch bilgisayarını açıyor facebook'tan kız kesiyoruz. hadi rinch kesiyor, kendisi erkek ve bunalımda. ben hangi akla hizmet kesiyorum belli değil.
dün okulda günlük kız kesme kotamı doldurup rinch'ten ayrıldım, otobüse atlayıp eve yollandım. otobüste bir kız, düpedüz kesiyor beni. bende son birkaç haftamı kız keserek geçirmişim ya, kesmenin kesilmenin nasıl olduğunu biliyorum. yine de emin olamadım, bir daha baktım, kız beni hakikaten kesiyor. sonra bir ara başını çevirdi, bende kızı incelemeye aldım.
saçları platine yakın, boya olduğu belli ama kendisi de açık renkli zaten. yani çok koyu bir saç rengi yok galiba. gözleri masmavi, ağzı burnu çok düzgün. koyu tonlarda bir tişört, bir dar kot, bir çift converse giymiş, bir de hırkası var elinde - benden farklı değil yani. çantasında ve hırkasının üzerinde bilimum yerlerde şu moda rozetlerden var. az biraz makyaj yapmış, tipik bir üniversiteli. bir de müzik dinlemiyordu otobüste - takdir ettim.



ben kızı sapık gibi incelerken kız bir an başını çevirdi bana baktı. hani göz göze gelmek olayını yaşadım birincil elden. ama aman tanrım o ne bakıştı! şehir gerilimine tutuldum sanki bir an, kız beni adeta çarptı. korktum kendimden, deli gibi korktum, hemen başımı çevirdim, bir daha da inene kadar bakamadım kıza.
başımı çevirmemle bitmedi gerçi. kızla olan göz temasımız falan kesildi ama bu defa ben kendimi göz hapsine aldım. neydi o çarpılma, neydi o his, neyin nesiydi bu duygusal karışıklık ? korktum resmen ya kendimden. karşımdaki erkek olsa etkilenmiş olurdum, tanışmak falan istedim, bir yol düşünürdüm. ama bu kız, benim cinsimden ya. yolda dönüp bakmayacağım, baksam da "ne giymiş, nerden almış, güzelmiş, anam tipe bak" deyip geçeceğim, beş dakika sonra hatırlamayacağım biri bu. bir kız ya, etkilenebileceğim, hoşlanabileceğim, tanışmak için k.çımı yırtabileceğim, türlü çeşit triplerle oynayıp sıkılabileceğim biri değil bu. bende elektriklenme yaratacak, ter bastıracak biri değil bu.
tekrar tekrar düşündüm o anı. çok yoğundu çünkü, beni böylesine altıma s.çtırtacak kadar yoğundu. ve tuhaftı işin açıkçası. benden kaynaklı değil gibiydi, sanki kızın bakışları cidden somutlaşmış da bana çarpmış gibiydi. yani resmen kendi hislerini -ki bu bile kafamı karıştırır- bana da hissettirmiş gibiydi bir anlığına. türlü çeşit saçma düşünceyle boğuşurken azıcık kafayı yesem kızın empat olduğunu düşünebilirdim.



kaderin işvesi cilvesi bu. aylardır uyduruk ilişkiler yaşıyorum, hiçbiri beni ne ruhsal ne bedensel anlamda tatmin etmedi. hiçbirine çarpılmadım, hiç kimseye çarpılmadım aylardır. kimse kafama bu kadar takılmadı, ödüm patlıyor kızı bir daha göreceğim diye. hep o rinch'in b.k yemesi. haftalardır röntgenci gibi milletin karısını kızını kesiyoruz, belliydi başıma böyle bir şeyin geleceği. tabi kozmik güçler olayı yine g.tlerinden anladılar, rinch yerine bana hatun yolladılar.
kızı bir daha göreceğim diye aklım çıkıyor, bu gün allem ettim kallem ettim okula bir arkadaşın arabasıyla gittim. eve de geç bir saatte döndüm, belki kız her gün o saatte otobüse biniyordur, karşılaşmayalım. bu korkuyla yarın bir gün taksiyle okula gitmeye kalkacağım, ondan korkuyorum.
korkum kızdan yana değil zaten, kızın bana hissettirdiklerinden korkuyorum. bir daha karşılaşır da yine böyle garip şeyler hissedersem diye korkuyorum. ne yapacağımı düşünemiyorum bile, zaten yeterince kafam karışık, bir de cinsel tercihimi sorgulamak istemiyorum.

21 Mart 2010 Pazar

beyaz camda görüntüler - hepsi o kadar dürüst ki

dün gece yurt dışından bir arkadaşımla konuşurken konu kadınların orgazm taklidi yapmasına geldi. bana kadınların %80inin hayatında en az bir defa orgazm taklidi yaptığını söyledi. bunu çok saçma, hatta adice buluyormuş kendisi. ben de bunun partnere göre değiştiğini, bencil heriflerin bunu hakettiklerini söyledim. çok şaşırdı bu yorumuma, böyle bir şey olmadığını falan söylememi bekliyormuş. güldüm haline.

ben kendim yapmadım böyle bir şeyi, henüz. yapmaya da niyetim yok, neden kandırayım ki adamı ? hoşuma giderse eyvallah, gitmezse kapı o tarafta. kimseyle birlikte olmaya, hele hele bir de zevk alıyormuş gibi davranmaya mecbur değilim hiç. kimileri "aman kendini kötü hissetmesin, aman onu istemediğimi düşünmesin" diye bu taklitleri mantıklı bulabilir uygulayabilirler. düpedüz saçmalık bence. beceremiyorsa beceremediğini bilsin kardeşim, adam kendi s.kinin derdine düşüp beni unutuyorsa madalya mı takayım yani ? azıcık adam olsun da altındakinin şişme bebek olmadığını bilsin. kendini kötü hissetmesin diye yalancı çığlıklar atayım da kendini kral mı sansın ? üstelik yarın bir gün biri çıkıp "sen de bir halt beceremiyorsun yatakta, iyi yemlemişler seni" derse ben mi yalancı çıkayım herifin yüksek egosu yüzünden ?

erkek milletine de yazık, bunu kafada kura kura psikoz haline getirmişler, azıcık zevk alsan adamlar bunun fake olduğunu düşünmeye başlıyorlar artık. paranoya olmuş. suç hatun milletinde ama, adamın erkeklik egosu ezilmesin diye ruh hastası yaratmışız haberimiz yok. gerçi ruh hastası olmak yerine azıcık çabalasalar daha makbule geçer ama, yapacak bir şey yok.

biraz fazla dolmuşum galiba bu konuda, patladım sonunda. elimden gelen bir şey değil, nerde fake varsa, nerde bir şeyler yalan dolan hikayeyse adrenalinim artıyor. gerek yok bunlara ya, hakkaten yok. bu incelikli-yalancıklı işlerin hiç alemi yok. nasıl hissediyorsanız onu yansıtın, ne düşünüyorsanız onu söyleyin, kimsenin verdiği tepki önemli değil. bundan dolayı dönüp k.çlarını gideceklerse yapılacak tek şey o k.ça bir tekme atmak. buzsan sadece buz ol, kimse için sıvılaşmanın alemi yok.

amma çok yok yok diye zırvaladı Luna beybi. o yeah !

19 Mart 2010 Cuma

her masal masalımsı bir ütopyadır

herkesin deliler gibi sokak sokak aradığı bir şey var - mükemmel ilişki. aslında herkesi bunun bir ütopya olduğunun bilincinde bence, yine de bir umut arıyorlar işte gariplerim. bu mükemmel ilişki tanımı herkese göre biraz farklılık gösterse de temelde beklentiler aynı, bense hiçbir ilişkide bunların karşılıklı olarak karşılanabildiğini görmedim.
düşünün ki biri var, eli yüzü düzgün, sizle de ilgileniyor. sizde de az çok kıpırtılar var bu şahsa karşı, ama kimdir nedir ne ister ne bekler bilemiyorsunuz. bir şeylere başlamadan önce bunları konuşmak ne güzel oldurdu değil mi ? böyle oturup birlikte önce ilişkinin taslağını çizseniz, siz ne istersiniz, o ne verebilir, o ne düşünür, siz ne yaparsınız konuşsanız falan ne ballı olurdu ha ? karşınızdakini bilerek hareket ederdiniz değil mi ? her şey "mükemmel" olabilirdi belki o zaman ?
ben söyleyeyim, bok gibi olurdu. hatta bir boka da benzemezdi, tecrübe konuşuyor.

birkaç yıl önce bir çocukla tanıştım. ortak bir arkadaşımızın doğun günüydü doğru hatırlıyorsam, çocuk benim az buçuk tanıdığım haddinden fazla salak ve takıntılı bir kızla çıkıyordu. çocuğa acıdığımı hatırlıyorum o güne dair - zira çocuk fazla iyi niyetli görünüyordu, kızın çocuğu iyi cins köpek yerine kullandığını düşünmüştüm. ama sadece bu kadar, o dönemde son derece müthiş erkek arkadaşım ve onun büyük patlama yapacağını idda ettiği piyasa usulü rock grubunun yarattığı debdebeye çok kaptırmıştım kendimi, başka kimseyi görmüyordu gözüm.
bundan birkaç ay sonra alsancak'ta karşılaştık. onun ilişkisi yeni bitmişti, toparlanma dönemindeydi galiba. bana gönderdiği gayet bariz sinyalleri algılamam rağmen aldırmadım, zira bu defa da bir bok olamayacak erkek arkadaşım ve onun haddinden fazla dandik rock grubuyla olan ilişiğimi kesme derdindeydim. ayak üstü sohbet ettik ve yollarımıza gittik.
beş altı ay kadar sonra yeniden gördüm onu. bu görüşümde manyağın teki olan eski erkek arkadaşım ve hararetli ayrılığımız -bunun yanı sıra o dangalak herifin bir boka yaramaz rock grubunun hayali ihtişamından uzak kalmanın verdiği ızdırap- üzerimden buldozer gibi geçmişti, yıkıntı haldeydim, gözlerim etrafta insan arıyordu. ben gidip konuştum onunla, etrafındaki arkadaşlarına beni tanıştırdıktan sonra -ki sadece adımı biliyordu- numaramı aldı ve beni ertesi gün arayacağını söyledi. dediğini de yaptı, kordon'da bir cafede oturduk, 6 - 7 saat falan. hiç aralıksız konuştuk bu sürede. benim konuşmaya ihtiyacım vardı zaten, karşımdakinin kim olduğunu umursamadan -ki umursayacak halde değildim- aklımda ne varsa anlattım, rüzgar ne tarafa eserse o yöne gittim açıkçası. o da nazlanmadan takip etti beni, çenelerimiz ağrıyarak çıktık o cafeden.



ertesi gün ben aradım, bu defa yürüyüş yaptık sahil boyunca, yine konuşarak. yine umursamıyordum karşımdakinin kim olduğunu, ama bu defa onun anlattıkları da ilginç gelmeye başlamıştı. bu şekilde bir haftaya yakın her gün buluşup saatlerce konuştuk işsiz güçsüz gibi. konu genel anlamda ilişkilerdi, ben biten ilişkimi o takıntılı eski kız arkadaşını anlattı. fikirlerimiz uyuşuyordu, ikimiz de sahiplenme denilen olgunun ilişkilere en büyük yıkımı getirdiğinde hemfikirdik. zaten çoğu konu da da hemfikirdik. kafamızda oluşturduklarımız aynıydı bu konularda, ben de yavaş yavaş karşımdakini görmeye başladım. beklenen oldu, bu uzuuun konuşma terapileri sonunda biz -yaygın deyimle- çıkmaya başladık.
ilk başlarda her şey güzeldi, konuşurken birlikte çıkardığımız mükemmel ilişki(!) profiline aykırı davrandığımızda birbirimizi uyarmaya başlamamız dışında. sonra bu uyarıları sallamamaya başladık, gerçekten işler sıkıcılaşmaya başlamıştı çünkü. sürekli iki kişinin (biri kendiniz biri sevgiliniz) gözetimi altında ne kadar doğal davranabilirsiniz ki ? bir süre sonunda sallamamak normal bence. kulağa müthiş gelen "karşındakini bilerek hareket etmek" olayı sıkıcılaştırıyor çünkü, bir tanıma bir çözme devresi kalmıyor ortada, bana göre işin eğlencesi olan kısım bozulmuş oluyor. daha da fenası insan bir olaya vereceği tepkiden çekinmemeye başlıyor "nasıl olsa beni biliyor" diye. saçmalık.
neyse, zaman içinde benim o sahiplenmekten ve sahiplenilmekten nefret eden terapist kılıklı sevgilim tuhaflaşmaya başladı. örneğin, çıkmadan önce "eski sevgiliyle görüşme" olayına gayet sıcak bakan adam, önce huzursuzlandı. sonra trip atmaya başladı. sonra laf çarpıtmaya çevirdi triplerini, en sonunda biz manyak gibi kavga etmeye başladık. hani görüşmek dediğim de yolda karşılaşıp selam vermek, hal hatır sormak, ne olabilir ki bundan ? benzer durumlar bende de görülmeye başlandı bu sürede tabii ki. ilk başlarda yanımdan milim ayrılmayan adam sonraları benim dışımda herkesle takılmaya bayılır oldu - ben de bunu kafaya takar oldum haliyle. her görüştüğümüzde başının etini yer oldum bu konudan dolayı, "sen herife bir güzel dakika geçirtmezsen adam da gelmez yanına tabii" diyorum şimdi düşününce. komik.
gün be gün arttı bu kavgalar, dozu şaştı iyice. öyle bir noktaya geldik ki en sonunda, o oluşturduğumuz "mükemmel ilişki" profili sadece birbirimizin canını yakmak için kullanılır oldu, kavga malzemesine dönüştü.
sonuç mu ? ayrıldık tabii ki. birbirimizin canına okuyarak hem de.



şimdi düşünüyorum da, mükemmel ilişki diye bir şey yok hocam. hala içinizde bunu arayanlar varsa ben söyleyeyim yok öyle bir şey - olmayacak da. iki taraf da buna inansa da, bunun için çabalasa da hiçbir ilişki kalıba sığmıyor, bir yerlerden taşıyor işte. o yüzden esnek tutmak lazım bu işi. hem kendini hem karşındakini rahat bırakmak lazım, fazla düşünmemek lazım. sen neyin doğu olduğuna inanırsan kozmik güçler onu yalanlayacak bir şey çıkarıyor karşına, bu yüzden kafada pembe panjurlu ev tablosu çizmemek lazım. onu tabloya bakıp bakıp ağlayacağına yanındakiyle temiz temiz mutlu olmak lazım. esnek olmak lazım. mükemmel ilişki diye bir saçmalık gerçekten varsa eğer, buna ancak bu yolla ulaşılır derim ben.

belki böyle planlı programlı başlamasaydık yürürdü diyorum bazen, aklıma geldikçe. sonra da s.ktiret diyorum, olacak olsa her koşulda olurdu zaten.

17 Mart 2010 Çarşamba

geçecek hepsi, kafana takma

hiçbir zaman kendimi bir sürtük olarak tanımlamadım. yalan söylemenin anlamı yok aslında, bir dönem tanımladım, ama geçti gitti - ki şimdi bunun hatalı bir tanımlama olduğunu düşünüyorum, o ayrı. ama hiçbir zaman cinselliği bir tabu olarak da görmedim. o hep vardı, yemek içmek gibi, hayatın içinde bir öge - içinde yer alması gereken. evet hep beraber dürüst olalım, ya cinsellik diye bir şey var. olmak zorunda. biz ki iki ayakları üzerinde durabilen -bir de düşünebilen- hayvanlarız, soyumuzu devam ettirebilmek için üremek zorundayız. doğal bir dürtü bu, engelleyemezsin ki. ne kadar çabalasan da, arzularına gem vursan da, nefsini terbiye etsen de, türlü çeşit takla atsan da bunu en-gel-le-ye-mez-sin. zaten engellemeye çalışsan da aklında evlilik kurumu vardır bir şekilde, bunun için beklersin. yani kaçışı yoktur bu işin, bir yerinden bulaşacaksındır buna - ölmez de sağ kalırsan.



peki nedir o zaman bu reddetme/görmezden gelme/gelmeyeni damgalama olayı ? bilemiyorum. saçmalığın daniskası bence. sen ki doğal güdün yemek yemeği engelleyemiyorsun, sen ki s.çmadan bir gün geçirirsen vücudunun tüm dengesi bozuluyor, hangi akıl hangi zihniyetle bu doğal güdünün önüne set çekersin ? hadi sen çekmeye kalktın, niyetin de ciddi, hangi mantık hangi insanlıkla bunu yapmayana tü kaka dersin ? sen açlık grevindesin diye milllet de ölüm orucuna mı yatsın ?
elbette yatmasın. evet önüne gelenle arkasında dikilenle yatmasın, ama ölüm orucuna da yatmasın. ortalık malı olmasın kimse, kendi bedenini kullandırtmasın - cinsiyet ayırt etmiyorum bu konuda da. hatırladığında acı çekeceği, beyninin kemirildiğini hissedeceği şeyler yaşamasın, hele hatırlamayacağı şeyleri hiç yaşamasın. ama cinselliği öcü olarak da görmesin, tabulaştırıp gelecekteki kocasına evlendikten sonra işkence çektirmesin. yapana sövüp yapmayana alkış tutmasın, yapanla yapmayanla işi olmasın yahu. zaten kimi ne ilgilendirir diğerinin genital bölgesi ?
korkmayın abi doğanızdan, içgüdü bu.

korkmayıp da ne yapın ? yani o kadarını da ben bilemem. aklınız var fikriniz var, düşünüp kendi kararınızı siz verin. isterseniz evlenene kadar bekleyin, isterseniz buna değeceğini düşündüğünüz kişi/kişilerle yaşayın bunu, isterseniz kimseyle yaşamayın, doğru insanı bekleyin - nasıl gelirse gelsin. tek gecelik ilişkiler nacizane fikirlerime terstir, yapmam, ama yapana karışmam, kendi hayatıdır, muhtemelen boşluktadır, muhtemelen o zaten hali hazırda pişmandır/boktan durumdadır. tavsiye etmem. yatak matak ne olursa olsun, değer vermediğin biriyle ne paylaşabilirsin ki zaten ? paylaşsan ne paylaşmasan ne ?

neyse, herkesin düşüncesi kendine tabii, ben kimim benim ne haddime burda yargılamak ? ama demek istediğim şey, doğal bu. bu hisler doğal, bu arzular doğal, bunu konuşmak, paylaşmak, yaşamak doğamızda var. kaldı ki gerçekten saf duygularla yapılan hiçbir şey kötü olamaz, olmamalı.
kötü olan cinsellik değil. onu kötü yapan insanlar. ortalıkta böyle çeşit çeşit sapık olmasa, millet kendi zevkinin derdine düşmüş olmasa cinsellik neden kötü olsun ki ? ondan neden korkulsun ki ?

16 Mart 2010 Salı

kimlikler lütfen !

21 yaşında bir insanın cinsel kimliğinin oturmuş olması gerektiğini düşünüyor olsam da, istisnalar beni rahatsız etmez. sonuçta her türlü kimliğimiz daha önceden gördüklerimiz/yaşadıklarımızla oluşmuyor mu ? insan hiç bilmediği bir bilgiyi nasıl beyninde bulamazsa, daha önce karşılaşmadığı bir durumlan ilgili bir fikri de olmamalı bence. yani bu gün hepimiz "ben sadece erkeklerden hoşlanıyorum/benim tercihim hatunlar oolum" diyoruz ama kaçımız bundan bu kadar emin ? ortalıkta "benim tercihim kızlardır aga, delikanlı adamı öbür türlüsü bozar." diye zırvalayan kaç herif gidip de bir erkeğin koynuna girdi ? hayır girdiyse adam olsun desin ki "denedim olmadı aq". yok girmediyse, ne biliyorsun kardeşim sadece hatun kısmından hoşlandığını ? belki hoşlanacaksın, hayatında tatmadığın zevki tadacaksın, bir daha gözün karı kız görmeyecek belki. yani bir cinsten hoşlanmak sadece görüp de içinin gitmesi değil ki, denemeden nasıl bilebilirsin ?

bence bilemezsin. daha önce kola içmemiş adam bu kadar gaz yaparken neden manyaklar gibi kola tükettiğimizi anlayamaz. tadını bilmez, asidini anlamaz, yakıcılığının nasıl zevk verdiğini tahmin edemez. anlatsan da anlamaz. önce o kolayı içecek bir defa ki, iyi midir kötü müdür asit neymiş gaz nasılmış anlayacak. içmeden bilemez, ne yorumda bulunsa boş, saçma.
sende her şeyi denemeden bilemezsin işte. sende ne desen boş, saçma.
bende ne desem boş, saçma.
denemeden bilemezsin.

çok merak ediyorum kaç kişi çıkıp da "ben denedim, olmadı, ben hakkaten heteroymuşum" diyebilecek kadar cesur ? yok abi öyle biri, olamaz da. hem olmasın daha iyi, elalem ne der sonra lan ? ay birinin kulağına giderse evlenemem valla ?
çok doğru yoldasınız valla, tam gaz devam yavrularım. ha unutmadan, çıkıp da dediğim gibi bağıran olursa ayıplayın onu, kınayın, sövün ona, yetmedi mi linç edin, gebertin .rospu çocuğunu.
sonra da eve gidin bir düşünün bakalım "acaba ben... ?" diye.

"lan bu karı manyak mı ? destur bloga başladı, anında cinsel kimlik kola mola.. ne ayaksın sen hatun ?"

bir ayak değilim, sadece bilemeyiz demek istiyorum. denemeden neyi öğrendik ki şimdiye kadar ? yahu nasıl öğrenebilirsin ki zaten ?

21 yaşında bir insanın cinsel kimliğinin oturmuş olması gerektiğini düşünürdüm, o kadar tecrübe, o kadar safsatadan sonra oturur derdim. artık o kadar da emin değilim, malum yaş oldu 21.

Luna Luna beybi

hiçbir şey için değil bu blog. belki sadece anlatmak için, ya da arada bir dönüp "vay be neler yazmışım, utanmasam kusacakmışım haa" demek için. yada sadece "yaptım oldu" demek için, bilmiyorum. açıkçası umrumda değil. öyle boş beleşe yazıyorum işte. allah ne verdiyse artık.
hep klişedir ya bu, açılış yazıları. hani bir "selam millet ben Luna" zırvası, bir "hoşgeldiniz beş gittiniz" muhabbeti, bir "bu dükkanı da biz açtık, babam sağolsun" hikayesi. nefret ediyorum bundan, bir yandan da saçma sapan bir şekilde kendimi buna zorunlu hissediyorum. öyle bir klişe ki içime sinmiş resmen yahu, ne kadar nefret etsem de kurtulamıyorum bu illetten. hani kalıp kalıp nereye kadar, nedir bu klişelerle ömür tüketmek ?
ne desem boş.
al sana başlangıç yazısı, al sana hoşgeldin pankartı.
al sana babalar gibi bir klişe örneği.